Bir kurban bayramını daha atlattık. Bayramlar, milli olsun dini olsun, toplumsal kültürün en önemli geleneklerindendir. Genelde her toplum, bu tür geleneklerin üzerine titrer ve yok olmaması için azami dikkat ve titizlik gösterir. Her kültürde, bu tür günlerin kendine has ritüelleri vardır. Zaman içinde bazı ritüeller çağın gerekleri doğrultusunda değişse de öz, hep aynı kalır. Ancak, […]
Bir kurban bayramını daha atlattık.
Bayramlar, milli olsun dini olsun, toplumsal kültürün en önemli geleneklerindendir. Genelde her toplum, bu tür geleneklerin üzerine titrer ve yok olmaması için azami dikkat ve titizlik gösterir. Her kültürde, bu tür günlerin kendine has ritüelleri vardır. Zaman içinde bazı ritüeller çağın gerekleri doğrultusunda değişse de öz, hep aynı kalır.
Ancak, uzun zamandır bizim ülkemizde, dini ya da milli bayramların en önemli ritüeli, bu gelenekleri tartışmak oluyor.
Ramazanlarda, birkaç örnekten yola çıkarak, oruç tutmayanlar; tutanların kendilerine baskı yaptığını, oruç tutanlar da tutmayanların göstere göstere yiyip içerek kendilerini tahrik ettiğini iddia edip dururlar.
Yılbaşlarının klasiği, içki tartışmasıdır. Yılbaşı ile Noel arasındaki farkı, iki tarafta bilmez ama ‘Hıristiyan geleneği’ geyikleri alır başını gider. Ortalık, sadece yılbaşlarında ortaya çıkan hindiseverlerden ve sanki çok çevreciymiş gibi çam ağaçları için gözyaşı dökenlerden geçilmez.
Benzer tartışmalardan milli bayramlarımız da nasibini alır. 29 Ekimleri, 19 Mayısları, 23 Nisanları gerçek değerlerini anlayamadan, her yıl tekrarlanan kısır tartışmalara feda ederiz.
Bir kurban bayramını daha, geçtiğimiz yıllarda neyi konuştuysak, aynı şeyleri konuşarak geçirdik.
Bir yanda ‘kurban’ kelimesinin anlamını bile bilmeden kurban kesenler ve bir yanda kendilerini Allah’tan daha merhametli sanan hayvanseverler…
Bütün bu tartışmalar; iyiye, doğruya, güzele ulaşmak için yapılsa ne güzel olurdu. Ama tartışan tarafların hiçbirinin böyle bir derdi yok. Herkes karşısındakinin söylediğinin tamamen yanlış ve maksatlı olduğunu, kendi söylediğinin ise yüzde yüz doğru olduğunu iddia ediyor. Böyle olunca da tartışma, düşmanlıktan başka bir şey doğurmuyor.
Oysa bu tartışmalar, toplumsal benliğimizi örseliyor. Farkında değiliz.
Gelecek nesillere aktaracağımız en önemli değerlerin simgesi olan milli ve dini bayramlarımızın asıl anlamları, tartışmalar arasında kaynayıp gidiyor.
Binlerce yıldır kanın eksik olmadığı bir coğrafyada; 19 Mayısta başlayan bir mücadele, 23 Nisanda kurulan bir meclis ve 29 Ekimde ilan edilen bir cumhuriyet sayesinde huzur içinde yaşadığımız gerçeğini, bu günleri inkar edenlerle bu günleri toplumsal kültüre eklemlemeye direnenler yüzünden gözden kaçırıyoruz.
Geçtiğimiz dört gün boyunca, binlerce fakir insanın evine et girdi, binlerce yetim sevindi. Bayramdan bayrama hatırlanan binlerce yaşlının yüzü güldü. Akrabalık bağları, komşuluk ilişkileri yetersiz de olsa hatırlandı. Piyasalardaki hareketlilik binlerce esnafa para kazandırdı. İnsanlar daha az öfkelendi, daha çok güldü.
Odaklanmamız gerekenler bunlar olmalıydı.
Eksiklikler, yanlışlıklar, kötü niyetli insanlar elbette vardır.
Ve elbette tartışmak, doğruya ulaşma amacıyla yapıldığında çok faydalı ve gereklidir.
Ama maalesef; her kurban bayramında olduğu gibi bu yıl da ‘kurban bayramı dışında yenen etlerin, ağaçta yetiştiğini zanneden’ koyunseverler boş durmadı.
Yine bu bayram; bütün dinlerin peygamberi sayılan Hz İbrahim’den bu yana, binlerce yılın geleneğine uyarak kurban kesenleri, canilerle bir tutma zavallılığına düşenler oldu.
Önceki kurban bayramlarında görmeye alıştığımız merhametten nasibini almamış insanların sadece hayvan boğazlayarak Allah’a yakınlaşacağını zannettikleri manzaraları gördük.
Bu yıl bunlara bir de virüs ihmalkarlığını ekledik.
Bakalım ne zaman bir kurban bayramında, birbirimizi yemeden, ağız tadıyla kavurma yiyebileceğiz?
Ahmet KESKİN