Mehmet Akif’ten Veciz Dizeler Ve Öğütler
Abone Ol 

Mehmet Akif’ten Veciz Dizeler Ve Öğütler

İstiklal Marşı 12 Mart 1921’de TBMM’de kabul edildi. Bu vesileyle “İstiklal Marşı”mızın şairi merhum Akif’i rahmetle yad ediyoruz. Mehmet Akif, Milli ve dini şiirleriyle tanınmıştır. Şiirlerinde toplumsal geriliğimizin sebepleri ü zerinde durmuş; bilgisizlik, tembellik, batıl inanışlar, yanlış Batılılaşma, İslam’ı yanlış yorumlama, ümitsizlik gibi sebeplere bağladığı bu durumdan kurtuluşu İslamiyet’e sarılmada ve çalışmada görmüş, didaktik şiirleriyle […]

|

İstiklal Marşı 12 Mart 1921’de TBMM’de kabul edildi. Bu vesileyle “İstiklal Marşı”mızın şairi merhum Akif’i rahmetle yad ediyoruz.

Mehmet Akif, Milli ve dini şiirleriyle tanınmıştır. Şiirlerinde toplumsal geriliğimizin sebepleri ü zerinde durmuş; bilgisizlik, tembellik, batıl inanışlar, yanlış Batılılaşma, İslam’ı yanlış yorumlama, ümitsizlik gibi sebeplere bağladığı bu durumdan kurtuluşu İslamiyet’e sarılmada ve çalışmada görmüş, didaktik şiirleriyle topluma bir yol gösterici olmaya çalışmıştır.

Bilim, sanat, felsefe, ahlak, din… gibi alanlarda yazılan ve birtakım kuralları, ilkeleri öğretmeyi amaçlayan, ders veren, öğüt veren şiirlere didaktik şiir denir: 

Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;

Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.

Belli bir konuda öğüt, bilgi vermek, ahlaki bir ders çıkarmak amacıyla öğretici nitelikte yazılan, duygu yönü zayıf şiir türüdür:

Girmeden tefrika bir millete düşman giremez

Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez

Edebiyatımızda didaktik şiirin en güzel örneklerini veren şairlerin başında Mehmet Akif gelir:

Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak…

Bilmem ki ölüm var mıdır ondan daha alçak! 

Didaktik şiirlerde icaz ve irsal-i mesel gibi edebi sanatlardan yararlanılır.  Sözlükte “sözü kısaltmak” anlamına gelen îcâz, az sözle çok anlam ifade etmektir. Yani kısa, özlü söz söyleme sanatıdır. Böyle sözlere “vecîz söz, vecîze” de denilir. Vecize, uzun uzadıya açıklanmaya elverişli bir fikir veya duyguyu en kısa ve özlü şekilde anlatan ve genellikle kimin tarafından söylendiği bilinen söz, özdeyiş demektir:

Ölüler dini değil sen de bilirsin ki bu din,

Diri doğmuş, duracak dipdiri durdukça zemin.

Atasözleri ve vecizeler gibi açıklanmaya değer bütün sözlerde icâz sanatı vardır. Ancak atasözleri anonim ürünlerdir. Şiirde bir atasözünü zikredersek bu durumda îcâz değil irsâl-i mesel sanatı yapmış oluruz.

Mesela şu örnekte îcâz değil irsal-i mesel örneği vardır:

Diye dursun atalar: “Kal’a içinden alınır.”

Yok ki hiçbir işiten, millet-i merhûme sağır!

Şu beyit ise îcâz örneğidir:

Ye’s öyle bataktır ki düşersen, boğulursun                                                                                                                                                     Ümide sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!

Didaktik şiirlerde genelde sanatlı söyleyişler ihmal edilir. Bu da şiiri kuru, yavan bir öğüt yığınına dönüştürür. Mecazlı söyleyişlere, söz sanatlarına oldukça fazla yer veren Akif, öğüt ve anlatıyı donukluktan kurtarır. Zaman zaman öğreticiliğin sakıncalarını hafifleten mizahi söyleyişlere yer verir. Zaman zaman da coşku ve içtenlik gibi öğeler şiiri kuru bir nutuk olmaktan kurtarır: 

Vîrânelerin yasçısı baykuşlara döndüm

Gördüm de hazânında bu cennet gibi yurdu

Gül devrini bilseydim onun bülbül olurdum

Yâ Râb, beni evvel getireydin, ne olurdu?

Akif, gerçekle uyum içinde olmayı her şeyin üstünde tutar. Altı yüzyıllık Divan edebiyatının halktan uzak düştüğü için bayağılaştığına inanır. İçinde yaşanılan toplumun özellikleri göz önüne alınmadan Batı taklitçiliğinin yanlışlığına inanır:

Alınız ilmini Garb’ın, alınız san’atını;

Veriniz hem de mesaînize son sür’atini.

Bir ahlak ve fazilet abidesi olan Mehmet Akif’in karakterini şu dizelerde görürüz:

Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!

Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım.

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.

Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım!

-Boğamazsın ki!

-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.

Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;

Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.

Yumuşak başlı isem, kim dedi koyunum?

Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!

Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!

Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!

Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!

“İslamcı” bir şair olarak tanınan Mehmet Akif aynı zamanda “halkçı” ve “milliyetçi” kişiliğiyle tamamen toplumcu bir şair olarak karşımıza çıkar. “Sanat için sanat” görüşüne karşıdır:

Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:

Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek.

Akif’in şiirlerinde bireysel duygular, kişisel acılar, soyut konular yoktur. Tümüyle dini, milli, ahlaki öğütler içeren manzum hikayeler ve epik şiirler yazdı: Toplumsal sorunların sözcüsü oldu. Toplumsal geriliğimizin nedenleri üzerine sağlıklı, gerçekçi tespitler yaptı:

Sürdüler Türk’e “Tasavvuf” diye olgun şırayı,

Muttasıl şimdi, “hakikat” kusuyor Sıtkı Dayı!

Savaş, bunalım ve yokluk yıllarının yoksul insanları Türk edebiyatında gerçek yüzleri ve sorunlarıyla ilk kez onun şiirlerinde ele alınır. 

Üç beyinsiz kafanın derdine, üç milyon halk,

Bak, nasıl doğranıyor? Kalk, baba, kabrinden kalk! 

Baba! En sevgili annen, o senin öz vatanın

Olacak mıydı fedâ hırsına üç kaltabanın?

(Üç beyinsiz kafa: memleketi savaşa sürükleyen Enver, Cemal, Talat Paşalar)

Türk toplumunun geri kalmışlığının önemli nedenlerinden biri de aydın- halk uyuşmazlığıdır:

Sizde erbâb-ı tefekkürle avâmın arası

Pek açık. İşte budur bence vücûdun yarası.

Ümitsizlik, tembellik, İslam’ı yanlış yorumlama geri kalmışlığımızın nedenlerinden birkaçıdır:

İnmemiştir bu Kur’an, bunu hakkıyla bilin, 

Ne mezarlıkta okumak ne de fal bakmak için.

Âtîyi karanlık görerek azmi bırakmak…

Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.

Divan şiirini de çağdaşı olan genç şairleri de toplumdan kopuk oldukları, Doğu’yu veya Batı’yı taklit etikleri için eleştirir:

Üdebanız hele gayetle bayağı mahlûkat…

Halkı irşad edecek öyle mi bunlar; heyhat!

Kimi garbın yalnız fuhşuna hasbi simsar;

Kimi İran malı der, köhne alır, hurda satar.

Eski divanlarımız dopdolu oğlanla şarap,

Biradan, fahişeden başka nedir şiiri şebap;

Serseri… Hiçbirinin mesleği yok, meşrebi yok.

Filozof hepsi. Fakat pek çoğunun mektebi yok.

Konuşma diline yaslandığı için kolayca yazılmış izlenimi veren şiirleri biçimle içeriğin uyumunun en güzel örnekleridir: 

Ey millet uyan! Cehline kurban gidiyorsun!

İslam’ı da “batsın! ” diye tutmuş yediyorsun!

Halkın anlayacağı bir dille yazmaya özen gösteren Akif’in dil anlayışı da çağının çok ilerisindedir:

Batmazdı bu devlet, “Batacaktır!” demeyeydik.

Batmazdı, hayır batmadı, hem batmayacaktır;

Tek sen uluyan ye’si gebert, azmi uyandır.

Onun kuvvetli gözlemciliğine büyük bir tasvir ve hikâye etme kabiliyetini ve konuşma dilinin bütün canlılığını taşıyan bir üslubu da eklemek gerekir:

Cem’iyyete bir fırka dedik, tefrika çıktı: 

Sapsağlam iken milletin erkanını yıktı. 

Aruzu Türkçeye başarıyla uygulayan şairimiz, yazdığı manzum hikâyelerde şiiri düzyazıya yaklaştırmıştır. Ölçü olarak sadece “aruz” u kullanan şair hece ölçüsünü hiç kullanmadı. Nazım şekilleri konusunda ise biçimsel bir yenilik arayışı içinde olmadı. Divan nazım şekillerini tercih etti ve bunlar arasında en çok mesnevi şeklini kullandı:

Şark’a bakmaz, Garb’ı bilmez, görgüden yok vâyesi;

Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz, bütün sermâyesi!..

Türk şiirine gerçek realizm Akif ile girmiştir. Onun kuvvetli gözlemciliğine büyük bir tasvir ve hikâye etme kabiliyetini ve konuşma dilinin bitin canlılığını taşıyan bir üslubu da eklemek gerekir.  Akif’in şiirlerinden seçtiğimiz veciz dizeler ve öğütlerle yazımızı noktalayalım:

Ey dipdiri meyyit: “İki el bir baş içindir.” 

Davransana el de senin, baş da senindir. 

Halimiz merkeple kurdun aynı, asla farkı yok. 

Burnumuzdan tuttu düşman, biz boğaz kaydındayız! 

Mâdemki Hakk’ın bize va’d ettiği haktır.

Şark’ın ezeli fecri yakındır, doğacaktır.

Çünkü milletlerin ikbali için evladım, 

Ma’rifet bir de fazilet, iki kudret lazım. 

Ye’s öyle bataktır ki düşersen boğulursun.

Ümmîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!

Eyvâh! Bu zilletlere sensin yine illet…

Ey derd-i cehâlet sana düşmekte bu millet

Ölen insan mıdır, ondan kalacak şey: Eseri, 

Bir eşek göçtü mü, ondan da nihayet semeri

Hamâkatin aşıyor hadd-i i’tidâli, yeter!

Ekilmeden biçilen tarla nerde var? Göster!

Saçak tutuşmadan evvel basılmamışsa eğer.

Yanında yaş da yanar, çâresiz, yanan kurunun.

Müslüman, fırka belâsıyle zebun bir kavmi,

Medenî Avrupa üç lokma edip yutmaz mı?

Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz,

Cihan yıkılsa -emin ol- bu cephe sarsılmaz!

Bu ezanlar -ki şehadetleri dinin temeli-

Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli

“Uyan şu uykudan, etrâfı yangın aldı, yetiş!”

Demek lüzûmunu hiçbir beyin düşünmezmiş.

Kahraman ecdâdınızdan sizde bir kan yok mudur?

Yoksa: İstikbâlinizden korkulur, pek korkulur!

Çalışmak!.. Başka yol yok, hem nasıl? Canlarla, başlarla.

Alınlar terlesin, derhal iner mev’ûd olan rahmet, 

Bırakın mâtemi, yâhu! Bırakın feryâdı;

Ağlamak fâide verseydi, babam kalkardı!

Gözyaşından ne çıkarmış, neye ter dökmediniz?

Ey cemâat, uyanın! Yoksa, hemen gün batacak.

Uyanın! Korkuyorum: Leyl-i nedâmet çatacak!

Ey cemâat, yeter Allah için olsun, uyanın!

Sesi pek müdhiş öter sonra kulaklarda çanın!

Donanma, ordu yürürken muzafferen ileri,

Üzengi öpmeğe hasretti Garb’ın elçileri!

O ihtişâmı elinden niçin bıraktın da,

Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında?

Alınlar terlesin, derhal iner mev’ûd olan rahmet,

Nasıl hâsir kalır “tevfîki hak ettim” diyen millet? 

“Allah’a dayandım” diye sen çıkma yataktan…

Mana-yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nadan!

Ecdadını zannetme asırlarca uyurdu;

Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu? 

Yıldırımlar gibi indikçe beyinden şiddet,

Bir yanardağ gibi fışkırdı yürekten nefret.

Milletin hayrı için her ne düşünsen: Bid’at 

Şer’i tağyîr ile, terzîl ise -hâşâ- sünnet!

‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’

Olmaz ya… Tabii… Biri insan biri hayvan!

(Birinci dize bir ayet meali-İktibas)

Bu hürriyet, bu hak bizden bugün âheng-i sa’y ister:

Nedir üç dört alın? Bir yurdun alnından boşansın ter.

Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı,

İslâm’ı uyandırmak için haykıracaktım.

Gür hisli, gür îmanlı beyinler, coşar ancak

Kuzum, ayıp mı çalışmak, günah mı yük taşımak?

Ayıp: Dilencilik, işlerken el, yürürken ayak.

Oyup, sıçan gibi, her dört adımda bir kemeri,

Deden mi açmış o miskin kılıklı kahveleri?

Hayır, deden sana, bak, hasta haneler yapmış!

Yanında Mekteb-i Tıbbiyeler, neler yapmış

Dolaş da yırtıcı aslan kesil behey miskin! 

Niçin yatıp, kötürüm tilki olmak istersin? 

Elin, kolun tutuyorken çalış, kazanmaya bak! 

Ki artığınla geçinsin senin de bir yatalak.

Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?

Fikr-i kavmiyyeti şeytan mı sokan zihninize?

Müslümanlıkta “anâsır” mı olurmuş? Ne gezer!

Fikr-i kavmiyyeti tel’în ediyor Peygamber.

Müslüman, elde asâ, belde divit, başta sarık;

Sonra, sırtında, yedek, şaplı beş on deste çarık;

Altı aylık yolu, dağ taş demeyip, çiğneyerek,

Çin-i Mâçin’deki bir ilmi gidip öğrenecek.

Ah! Karşımda vatan nâmına bir kabristan

Yatıyor şimdi. Nasıl yerlere geçmez insan?

Hayâ sıyrılmış, inmiş: Öyle yüzsüzlük ki her yerde…

Ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde!

Kimin kolunda mesâî denen vefâlı silâh

Görülmüyorsa, ümîd etmesin sonunda felâh

Ben sefâletten ölürken seni sıkmazsa refah,

Hak erenler buna ummam ki desin: Eyvallah!

Müstakbeli bul, sen de koşanlarla bir ol da;

Maziyi, fakat, yıkmaya kalkışma bu yolda.

Ahlafa döner, korkarım, eslafa hücumu:

Mazisi yıkık milletin atisi olur mu?

Irzımızdır çiğnenen, evlâdımızdır doğranan

Hey sıkılmaz! Ağlamazsan, bâri gülmekten utan!..

Artık ey millet-i merhûme, sabâh oldu uyan!

Sana az geldi ezanlar, diye ötsün mü bu çan?

Nasıl tahammül eder hür olan esâretine?

Kör olsun, ağlamayan ey vatan felâketine!

Ne ibrettir kızarmak bilmeyen çehren, 

Bırak kardeşim tahsili; git önce edep, hayâ öğren.

Düşmeden pençesinin altına istikbâlin,

Biliniz kadrini hürriyetin, istiklâlin.

Kim kazanmazsa bu dünyâda bir ekmek parası:

Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!

Recai KAPUSUZOĞLU

Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

Yorum yazmak için giriş yapmalısın

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM