Bugünlerde dünyanın en büyük dertlerinden biri göç… Her gün binlerce insanın; savaştan, fakirlikten, sefaletten ve ölümden kaçarak, hayatta kalmak ve insanca yaşamak için yerini yurdunu terk ettiğine ve şartları daha iyi olan ülkelere gitmeye kalktığına şahit oluyoruz. Bulunduğu yerde insanca yaşayabilen hiçbir canlı, orayı terk edip hiç bilmediği bir yere gitmek istemez. Bugün göç eden […]
Bugünlerde dünyanın en büyük dertlerinden biri göç…
Her gün binlerce insanın; savaştan, fakirlikten, sefaletten ve ölümden kaçarak, hayatta kalmak ve insanca yaşamak için yerini yurdunu terk ettiğine ve şartları daha iyi olan ülkelere gitmeye kalktığına şahit oluyoruz.
Bulunduğu yerde insanca yaşayabilen hiçbir canlı, orayı terk edip hiç bilmediği bir yere gitmek istemez. Bugün göç eden insanların yurtlarını cehenneme çevirenler, bu insanları kabul etmeyen hatta onları ölüme terk eden gelişmiş ülkelerdir.
Kendilerine doğru gelen insanların, rahatlarını bozacağından korkanlar; aslında mevcut rahatlarını, yaşanmaz hale getirdikleri ülkelerin kaynaklarını sömürerek elde etmişlerdi.
İşte zamanında rahatlarını bozdukları insanlar, bugün onların rahatlarını tehdit ediyor.
Evet, bugün modern dünya devasa bir sorunla karşı karşıya…
Oysa dünyayı modern hale getiren, yani mevcut gelişmeyi başlatan en önemli faktörlerden biri yüzyıllar önce yaşanan göçlerdi.
Tarih boyunca insanlar zaman zaman toplu halde zaman zaman da bireysel olarak göç etmişler ve gerek kültürel, gerek ekonomik, gerekse sosyal gelişmeler bu göçlerle beslenmiştir.
Ama bir göç var ki; sadece göçler değil, tarihte yaşanan hiçbir olay belki de dünyayı o kadar değiştirmemiştir.
Binlerce, onbinlerce kişinin değil tek bir insanın göçüydü bu…
Son Peygamber Hz. Muhammed’in, Mekke’den Medine’ye göçü…
İşte bugün o göçün ay takvimine göre yıldönümü… Yani hicri takvimde Muharrem ayının ilk günü…
Takvimler, miladi olarak 622 yılının 9 Eylül’ünü gösterdiğinde, Mekke’de can güvenliği kalmayan Hz. Muhammed, Allah’ın Nisa Suresi 100. Ayetindeki; “Kim de Allah yolunda hicret ederse, kendisine bir çok alternatif mekanlar ve imkanlar bulur. Ve her kim Allah’a ve Peygamberine hicret etmek üzere evinden çıkar da, ardından ölüm gelip onu bulursa, artık onun ödülü Allah’a aittir…” emrine kulak vererek en yakın arkadaşı Ebu Bekir ile birlikte, bedevi bir rehber eşliğinde Mekke’den ayrıldı.
Dört gece bir mağarada kaldıktan sonra Medine’ye doğru yola çıkan Allah’ın elçisi, çölün kavurucu sıcağında yapılan 8 günlük bir yolculuktan sonra 20 Eylülde Medine yakınlarındaki Kuba köyüne ulaştı.
İşte 12 gün süren bu yolculuk; İslam’ın da, Müslümanların da, Dünyanın da, kaderinin yeniden yazılmasına neden oldu. Öyle ki; Hz. Muhammed’in Kuba’ya geliş günü olan 20 Eylül 622 tarihi, Müslümanlarca yeni bir tarihin başlangıcı olarak kabul edildi ve Hicri Takvim böyle doğdu.
Peygamberin Medine’ye gelmesi, İslam’ın bir devlet modeli olarak da sahneye çıkması demekti. Nitekim Kuran’ın sosyal hayatı düzenleyen ayetleri genellikle Medine’de inmiştir.
Ancak bu yolculuğu bu kadar önemli kılan tek şey hicretin siyasi sonuçları değildir. Daha önce Akabe kayalıklarında Hz. Muhammed’e biat eden Medine halkı, Peygamberimizden önce Mekke’den Medine’ye gelen muhacirleri bağrına basmış ve bu sayede basit bir şehir olmaktan çıkarak Koskoca bir dinin merkezi haline gelmiştir. Bu nedenle de daha önce Yesrib olan şehrin adı Hz. Muhammed tarafından ‘Medine’tül Münevvere’ yani ‘Aydınlanmış Şehir’ olarak değiştirilmiştir.
Yani bir şehir, göçmenlere davranışıyla aydınlandı. Ve bakın Allah Haşr Suresi 9. Ayette onlar için ne diyor:
“… Onlar kendilerine sığınan muhacirleri severler, diğerlerine verilenlerden dolayı içlerinde bir hasislik duymazlar; dahası kendileri çok muhtaç halde bulunsalar da, başkalarını kendilerine tercih ederler. Evet, başkasının elindekine göz dikmekten korunanlar var ya: işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir…”
Bugünün modern dünyasının, 1400 yıl önceki Medine Halkından öğreneceği ne çok şey var değil mi?…
Ahmet KESKİN