Sarı, kırmızı, yeşil yapraklara buruşuk bir kağıt muamelesi yapmamak için özenle basıyordu ruhum ve gün geliyordu yaprak hışırtılarında kaybolmak için bir melodiye çeviriyordu adımlarını… Nezaket ve sanat birbirine karışıyordu niyetten akıbete giden ince çizgide. Siz hiç sonbaharda yaprakların sesini dinlediniz mi diye sormuyorum. Çünkü yaprakların üstüne bastığımızda çıkan o sesi ve ruhun dansını bilmeyen yoktur […]
Sarı, kırmızı, yeşil yapraklara buruşuk bir kağıt muamelesi yapmamak için özenle basıyordu ruhum ve gün geliyordu yaprak hışırtılarında kaybolmak için bir melodiye çeviriyordu adımlarını… Nezaket ve sanat birbirine karışıyordu niyetten akıbete giden ince çizgide. Siz hiç sonbaharda yaprakların sesini dinlediniz mi diye sormuyorum. Çünkü yaprakların üstüne bastığımızda çıkan o sesi ve ruhun dansını bilmeyen yoktur diye düşünüyorum içimizde… Üzerine basılmadan bir müzik ziyafeti vermeye hiç de niyeti olmayan ağaç yaprakları farklı renklerini sunmak için de sanırım ikinci baharı bekliyorlar… Sararmanın adı gibi dursa da sonbahar aslında bütün renklerin şölen mevsimi gibi gözlerimize de şenlik bir mevsim… Kırmızı, yeşil, kahve, mavi göğün sepetinden rüzgarla dökülen bin bir rengin güz sancısı gibi kısaca…Güz sancısı dedim dostum Kunduz! Ezilmeden, buruşmadan, taşı toprağı, ağacı kemirmeden ruhlarımıza bahar yoktur anladım. Güz sancısı tuttuğunda bir ağacın dibindeydi ruhum. Acı tatlı anılarımı yokluyordu hayat. Yapraklar dökülüyordu yüreğime. Şiire akasım yoktu yine de şiire çıkıyordu yollar. Yaprakların sararmasına, rüzgarın sertliğine, şiirin dostluğuna alışmıştım Kunduz!
Herkesin aksine sitemim kendimeydi Kunduz! Ömrümü birilerine soracak cesarette olmadım hiç! Sırf bu yüzden ömrümü kendim yedim ruhsal yemeklerde…Ömrümün tadını bir ben bilirim, çatılarını, pencerelerini, kapılarını da… Ömrümün bahçesine diktiğim güller büyüdüler şimdi bir “Gül bahçesi” oldular. Bir değirmen ki hayat diye başladığım cümleler, buğday tarlalarından gelen esintilere dönüştü ömrümün yazında, kışında, baharında… Bir baktım ki un ufak olmuşum…Hatırlar mısın Kunduz! Daha şiir yazmaya başlamadığım zamanlardan birinde radyodaki programımın adını “Mavi okyanusta umuda yolculuk” koymuştuk. Okyanus maviydi ve yolculuklar umuda…O maviliği arıyorum dostum Kunduz! O umudu taşıyorum bu gece yeniden rengarenk sonbahara…
Bir zincirin halkalarını andırıyordu yazgı dediğimiz şey ve her halka bir önceki ve sonraki halka ile bağını devam ettiriyordu şüphesiz. Bizi biz yapan geçmişimiz ve bizi biz yapacak geleceğimiz gibi… Ortasındaki halka ise bugünümüz… Bugünümüzü tutku ile yaşadıkça, geçmiş ve gelecek ile olan bağımızı da kuvvetlendirmiş oluyoruz. “Hayaller hayatlar’ı ” kim soktu hayal dünyamıza bilmiyorum Kunduz! Biz hayaller diye yola çıktık unutma!
Hayallerimi İstanbul yaptım Kunduz! Tepesine bir ağaç kondurdum, dallarına Galata, Kız kulesi, Süleymaniye’yi. Ruhumu köprülerden geçirdim, dallarından sarkıttım acıların, sevinçlerin. Ruhumu salladım durdum İstanbul’un göğünde…Ağacın kökünde sevgi var dedin! Hay bin kunduz! Aklınla bin yaşa dedim. Derin kökler ancak tutunabilirdi tepelerde. Rüzgarın şiddeti değil önemli olan dedin sen, sevginin gücü…Sevginin gücü dedim ben…Tatlı bir esinti oldun gönlümün tepelerinde…
Şule Meryem Canpolat Şimşek
15/10/2021
-Cuma-