Pir Sultan Abdal’ın Şiirlerinde Telmih Sanatı
Abone Ol 

Pir Sultan Abdal’ın Şiirlerinde Telmih Sanatı

Pîr Sultan Abdal hakkında tarihî kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Pir Sultan Abdal ismini kullanan sekiz- on ozanın var olduğu biliniyor. Bunlar arasında asıl Pir Sultan Abdal’ın, 1510 (?)-1589 yılları arasında yaşadığı tahmin ediliyor. Sivaslıdır. Alevi- Bektaşi şiir geleneğinin en ünlü saz şairidir. Pîr Sultan Abdal, hem Dini Tasavvufi Halk Edebiyatı (Tekke Şiiri) hem de Aşık […]

Pîr Sultan Abdal hakkında tarihî kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Pir Sultan Abdal ismini kullanan sekiz- on ozanın var olduğu biliniyor. Bunlar arasında asıl Pir Sultan Abdal’ın, 1510 (?)-1589 yılları arasında yaşadığı tahmin ediliyor. Sivaslıdır. Alevi- Bektaşi şiir geleneğinin en ünlü saz şairidir. Pîr Sultan Abdal, hem Dini Tasavvufi Halk Edebiyatı (Tekke Şiiri) hem de Aşık Edebiyatı temsilcisi sayılabilecek bir halk ozanıdır. 

Osmanlı Devleti ile bugünkü İran topraklarında hüküm süren diğer bir Türk devleti Safeviler arasındaki çekişmede Alevi bir şair olduğundan Safevilerin tarafını tutması nedeniyle Sivas Valisi Hızır Paşa tarafından idam edilmiştir.  

Pîr Sultan Abdal, Aleviler arasında Yedi Ulular olarak bilinen Yedi Ulu Ozan’dan birisidir. İdam edilmesi, onu halk nazarında bir evliya derecesine yükseltmiş. Derler ki, asıldığı günün akşamı Sivas’ın yedi kapısından Pir Sultan’ın çıktığı görülmüş. 

Pîr Sultan Abdal, nefes, devriyye, koşma tarzı şiirlerinde eski Türk kültürünü ve Alevi- Bektaşî inancını yansıtır. Allah aşkını, Hazreti Muhammed’e, Hazreti Ali’ye, Ehl-i Beyt’e, On İki İmam’a ve Hacı Bektaş-ı Veli’ye duyduğu sevgiyi sıkça işlemiştir. Ayrıca sosyal konulara, dini, ahlaki öğütlere de yer vermiştir. Ölüm, aşk, dostluk, ayrılık, özlem ve taşlama gibi konuları içeren şiirleri de vardır. Bugün için de çok rahat anlaşılan duru bir Türkçe ile yazmıştır. Divan Edebiyatı’ndan hiç etkilenmemiştir.

Pir Sultan, şiirini dini tasavvufi düşüncelerini yaymada bir araç olarak kullanmasına rağmen kuru bir öğreticiliğe düşmemiş, şiirini mecazlı söyleyişlerle duygu yönünden de beslemiştir.  Teşbih, istiare, teşhis, telmih, kinaye gibi söz sanatlarını başarıyla kullanmıştır. Bazı şiirlerinde Karacaoğlan gibi dünya güzelliklerini, bazılarında Köroğlu gibi cenk duygularını, bazılarında Yunus’un üslubuyla ilahi aşkı ve tasavvufla ilgili temaları işlemiştir.  

Halk arasındaki söylentilere göre çocukluğunda çobanlık yaparken rüyasında bir elinde bâde, bir elinde elma olan nur yüzlü bir ihtiyar görür, uzattığı bâdeyi saygıyla içer, elmaya uzandığı sırada ihtiyarın elinin içinde yeşil bir ben olduğunu fark eder ve onun Hacı Bektâş-ı Velî olduğunu anlar. Hacı Bektaş ona “Pîr Sultan” mahlasını verir, şöhretinin her tarafa yayılmasını, sazının üstüne saz, sözünün üstüne söz gelmemesini dileyip gözden kaybolur. 

Telmîh (Gönderme Yapma/ İşaret Etme), şiirde veya düzyazıda herkesçe çok iyi bilinen tarihî bir olayı, bir aşk hikayesini, bir efsaneyi, bir inanışı, bir peygamber kıssasını, bir ayet veya hadisi, bir atasözünü kısa ip uçlarıyla hatırlatma sanatıdır.

Telmihe konu olan olay, herkesçe bilinmelidir. Okuyucu genel kültür sahibi değilse yapılan telmihi anlayamaz ve telmihin bir değeri kalmaz. Telmih fazla kapalı olursa anlaşılmayabilir. Güzel bir telmih ne fazla açık ne de fazla kapalı olmalıdır.

Telmih edilen şey uzun uzadıya açıklanmaz, sadece kahramanın veya olayın adı ya da geçtiği yer, olayla ilgili temel kelimeler veya kavramlar söylenir. Telmihte amaç şahsı, olayı ya da yeri tamamen vermek değil, onlarla ilgili bir hatırlatmada bulunmaktır.

Bu yazımızda Alevi- Bektaşi şairlerin en önde gelen ismi olan Pir Sultan Abdal’ın şiirlerinden telmih sanatına örnekler vereceğiz:

“Enel Hak” dedik de çekildik dâra,

Edep erkan bize doğru yol oldu.

Sorgucular geldi sual sormaya,

Yardımcımız Şah-ı Merdan Al’oldu.

“Enel Hak” dedikleri için öldürülen iki büyük mutasavvıf vardır: Hallac-ı Mansur ve Seyyid Nesîmî. Bu dörtlükte “dâra çekilmek” sözüyle Hallac-ı Mansur’un asılması hatırlatılmış.

Münkirin gıdası Hak’tan kesildi,

Nesîmî yüzüldü, Mansur asıldı.

Dünya yetmiş kere doldu eksildi,

Dolduran Ali’dir, dolan Ali’dir.

15. Yüzyılın başlarında Bağdat çevresinde yaşamış olan Seyyid Nesîmî, bir Divan şairidir. Nesimi, şiirlerinde Hallac-ı Mansur gibi Enel Hakk dediği için Halep ulemâsı onun ulûhiyyet iddia ettiğini, görüşlerinin İslâm’a aykırı olduğunu ileri sürerek öldürülmesi için fetva verdi. Bu fetva, Memlük Sultanı tarafından uygulandı ve boynu vurulduktan sonra derisi yüzdürülerek feci şekilde öldürüldü. İdamının da 1418 veya 1419 yılında olduğu tahmin edilmektedir. Bu dörtlükte Pir Sultan hem Mansur’a hem de Nesîmî’ye telmih yapıyor. Benzer birkaç şiir daha:

Pir Sultan’ım didara bak,

Mansur ipin boynuna tak.

Nesimi oldu Hak’la Hak,

Yüzen kendi derisidir. 

“Dîdâr”, yüz çehre demektir. Tasavvufta Cenâbı Hakk’ın müminlere vâdettiği görünüşü, tecellisi demektir. Mutasavvıfların temel gayesi Cennet değil Cenet’te dîdâra vâsıl olmaktır. Dörtlükte vahdet-i vücud (Allah ile bütünleşme) görüşü anlatılmış. İkinci kullanımdaki “Hâk” sözcüğünün “toprak anlamı da şiire uzak değildir.

Mevlâ’m çün yarattı Ahmed’i nurdan,

İnsan olan gelir nura çevrilir.

Böyle kurulmuştur bu çarh-ı devran,

Mansur olan gelir dâra çevrilir.

.

Bülbül figan eder bağ u gülşanda,

Mansur’un kimsesi yoktur meydanda.

Bunca sefillerin boynun urganda,

Seher vakti On’ki İmam sen yetiş.

Hallac-ı Mansur idama götürülürken etrafta toplanan insanlar onu taşlamış, Mansur’dan tek bir acı sesi duyulmamış. Bir dostu ona sevgisini ifade etmek için bir gül atınca derin bir ah çekmiş:

Pir Sultan Abdal’ım can göğe ağmaz,

Hak’tan emrolmazsa ırahmet yağmaz.

Şu illerin taşı hiç bana değmez,

İlle dostun gülü yaralar beni.

Pir Sultan da Mansur gibi taşlanmış ve idam edilmiş, sonradan bu hikayeyi Pir Sultan için uyarlayanlar da olmuş.

Aşağıdaki dörtlükte ise ozan, hem Kerbela şehitlerine hem de Mansur’a telmih yapıyor, kendisini Hz Hüseyin ve Mansur’la özdeşleştiriyor:

Hafîd-i Peygamber’im has,

Gel Yezid Hüseyin’im kes.

Mansur’um beni dâra as,

Ben ölünce il durulur.

10 Ekim 680’de, bugünkü Irak sınırları içindeki Kerbelâ şehrinde, Hz. Muhammed’in torunu (hafîdi), Hz Ali ve Hz. Fatıma’nın oğlu Hz. Hüseyin kendisine bağlı 70 kişiyle beraber Emevi halifesi I. Yezid’in ordusu tarafından önce kuşatılmış, susuz bırakılmış ve sonra katledilmiştir. 

Gelin canlar bir olalım,

Münkire kılıç çalalım,

Hüseyn’in kanın alalım,

Tevekkeltü taalallah.

Pir Sultan Abdal

Hz Muhammed’in diğer torunu Hz. Hasan ise zehirlenerek öldürülmüş:

Kasdettiler imamların soyuna,

Ağu kondu imam Hasan payına.

Kefenini ab-ı zemzem suyuna,

Bandırdılar Şahı Merdan Ali’yi.

Pir Sultan Abdal

Telmih sanatının temel konularından biri peygamber kıssalarına yapılan işaretlerdir:

Yûsuf Peygamberin kıssası Kur’ân-ı Kerîm’de “ahsenü’l kasas”, (hikâyelerin en güzeli) olarak işaret edilir. Bu kıssaya göre, Yûsuf Peygamber Hz. Yakub’un oğludur, rüyasında feleklerin kendisine secde ettiğini görür. Üvey kardeşleri babalarının çok sevdiği Yûsuf’u kıskanırlar. Yûsuf’u kuyuya attılar, Yûsuf’u kurt yedi, diyerek kanlı gömleği gösterirler. Yakup peygamber oğlunun hasretiyle kanlı gözyaşları döker ve kör olur. Kervancılar Yûsuf’u kuyudan çıkarır ve Mısır Azizi’ne köle olarak satar. Aziz’in eşi Züleyhâ, Yûsuf’a âşık olur, Yûsuf’tan kâm almak ister, fakat Yûsuf Peygamber karşı koyar. Züleyhâ’nın elinden kaçmaya çalıştığı sırada gömleği arkadan yırtılır. Dışarı çıktığında Aziz’le karşılaşırlar. Züleyhâ, Yûsuf’un kendine saldırdığını söylese de, peygamberin suçsuzluğu gömleğinin arkadan yırtılmış olmasıyla kanıtlanır ve yine de Yusuf zindana atılır, zindanda uzun süre unutulur, firavunun rüyalarını yorumladığı için zindandan çıkarılır, Mısır’a sultan olur:

Yusuf’u kuyuy’attılar,

Hem aldılar hem sattılar.

Kurtlara bühtan ettiler,

Mısır’ın sultanı geldi.

İbrahim Peygamber (Halilullah) Nemrut tarafından ateşe atılır, ateş bir gül bahçesine dönüşür. Tanrılık iddiasında bulunan Nemrud’ u burnuna giren bir sinek öldürür.

İbrahim varından geçti Halil’dir,

Ateşi gülistan eden Celil’dir.

Rehber Muhammet’tir, mürşit Ali’dir,

Al’aba ayn-ı cem Şah-ı Merdan’ın.

.

Nemrut gibi anka n’oldu?

Bir sineğe havale oldu.

Davamız mahşere kaldı,

Yarın bu senden sorulur.

.

Gurbet elinde çatıldım,

Ana rahmine yatıldım.

İbrahim’le od’atıldım,

Gülistanda nara geldim.

Hz. İbrahim oğlu Hz İsmail’le birlikte Ka’be’yi yapmış. Oğlunu kurban adamış ancak gökten bir koç inmiş:

Halil Kabe yaptı insan gelmeğe,

Şüphesiz günahlar kabul olmağa.

İsmail uğruna kurban kılmağa,

Bir melek bir koyun yederken gördüm.

.

Oğul ıssız iken, üzüm çoğ iken,

Davut sofra iken, bıçak yoğ iken,

İsmail’e inen kurban sağ iken,

Kime dedi şu lokmayı ye diye?

.

Pir Sultan’ım, var mı sözün hatası?

Öldür hırsı nefsin Hakk’a yetesi.

İsmail’e inen koçun atası,

Kurt donunda alıp giden kim idi? 

Hz. Musa Tûr dağında Allah u Taala ile konuşmuş, Allah’ın kudreti dağda tecelli etmiş, dağ tutuşup yanmış. Hz Musa âsâsıyla mucizeler göstermiş:

Deniz çaldım asa ile

Göğe ağdım İsa ile

Tur dağında Musa ile

Münacatta dura geldim.

.

Şu dünyaya gelen bir bir gitmede,

Hiç eksilmez derdim, her gün artmada.

Tur Dağı tutuşmuş yanıp tütmede,

Hakk’ın didarını görelden beri.

Eyyûb Peygamber; çok zengindi. On oğlu vardı. Bütün malını kaybetti. Oğulları öldü. Sonra pek şiddetli bir illete tutuldu. Kurtlar vücûdunu yemeye başladı. Asla şikâyet etmeyip Allah’a şükretti. Allah’ın emriyle ayağını yere vurunca iki su çıktı; birisiyle yıkandı, diğerinden içti. Bu sûretle şifa buldu. Allah yeniden mal ve evlâd da verdi.  Hz Eyyûb, edebiyatta sabır ve tahammülün timsalidir:

İlkyazın geldiği neden bell’olur?

Gülşeninde öten bülbül daldadır.

Eyyüb’ün teninde iki kurt kaldı,

Biri ipek yapar, biri baldadır.

.

Eyyub ile ten erittim,

Lal-ü mercan gevher tuttum.

Vuslat ile taş arıttım,

Ben bu yolu süre geldim.

Bir dörtlükte bazen birden fazla olaya telmih yapılabilir. Aşağıdaki örneklerde hem Yunus ve Davut peygamberlere hem de Hz Ali’ye telmih yapılmış:

Yunus’la ummana daldım,

Kırk gün balık içre kaldım.

Davut’la demirci oldum,

Örse çekiç vura geldim.

.

Yunus’un deryaya daldığı zaman,

Kırk gündüz, kırk gece kaldığı zaman,

Ali Zülfikar’ı çaldığı zaman,

Hayber kalesinde kolunda idim.

Bu devriyyede şair kendisini Hz Ali’nin kolundaki şahine benzeterek kapalı istiare yapıyor.

Bu dörtlükte Nuh peygambere ve gemisine telmih yapılmış:

Nuh’u Nebi ile kaldık gemide,

Tabip gerek bu yarama em ede.

Kimi kilisede, kimi camide,

Her sabah her sabah yalvarır kullar.

Hz. Süleyman hem bir peygamber hem de bir hükümdardır. Işınlama ve hayvanlarla konuşabilme gibi mucizeleri vardır:

Humâ kuşu yere düştü ölmedi,

Dünya Sultan Süleymân’a kalmadı.

Dedim yâre gidem, nasip olmadı,

Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir.

.

Bülbül olsam gül dalında şakırım,

Öz bağımda biten gül neme yetmez?

Süleyman’ım, kuş dilinden okurum,

Bana talim olan dil neme yetmez?

Hz. Süleyman güç ve kuvvetin timsalidir ve yüzüğü (hatem) ünlüdür.

Bu yüzüğün üzerinde Cenâb-ı Hakk’ın gizli ismi olan “İsmi Azam” duası yer almaktadır.

Tahtını terk etti İbrahim Edhem,

Süleyman Nebi’ye verildi hatem.

Her kulun alnına yazıldı sitem,

Kişinin çektiği yoludur yolu.

Tekke edebiyatı türü olan ve insanın varoluşunu anlatan şiirlere devriyye denmektedir. Mutasavvıflara göre insan, bütün kâinatın hülâsasıdır, yâni âlemin özü (zübde-i âlem) dür. “Tanrı, bütün kâinattan süzülüp insanda tecellî etmiştir.” görüşüne “devir nazariyesi” denir. Mutlak varlıktan insana ve insandan, aslına dönüşe kadar süren devri anlatan şiirlere de devriyye denir. Ezelde önce ruhlar yaratılmış Allah ruhlara “Ben sizin rabbiniz değil miyim? (elestü bi rabbiküm) diye sormuş, ruhlar da evet (belî) demişler. Allah’tan gelen insan tekrar Allah’a dönecektir.

Pir Sultan’ım, Hak Muhammet Ali’den,

Tâ ikrârım vardır Kalû Beli’den.

Şefaat umarım güzel Veli’den,

Muhammet Ali’yi sevdim okurum.

.

Evvel ikrar verip belî diyenler,

İkrarı üstünde kaim dursunlar.

Erenler yoluna talip olanlar,

Mihmanın sözünde daim dursunlar.

.

Düzel Pir Sultanım katara düzel,

Biz de ikrar verdik kadim ü ezel.

Bir sevdaya düştük, sevdası güzel,

Vardır türlü türlü hayallerimiz.

İlk insan Hz. Âdem balçıktan yaratılmıştır. Şeytan Allah’ın emrine karşı gelerek kibirlenmiş Hz Âdem’e secde etmemiş ve lanetlenmiş:

İblis anlamadı Âdem’de sırrı,

Açıldı vechinde Hakk’ın menşuru,

Geldi zuhur etti Muhammet nuru,

Yayıldı âleme gulgula düştü.

.

Uzayan ağaçlar göğe değmedi,

İblis benlik ile menzil almadı.

Topraktan gayrıya nazar kalmadı,

Gel gönül topraktan alçak olalım.

Hz Muhammed Miraç’tan dönerken bir kapı önünde durur içeri girer içerde aralarında Hz. Ali’nin de bulunduğu Kırklar Meclisi vardır. Hz. Muhammed bir üzüm (engür) tanesini bu kırk kişiye pay eder:

Şeytan benlik ile yolundan azdı,

Âşık maşukunu aradı gezdi.

İki cihan Fahri bir engür ezdi,

Fakr ile fahr olmaz, bayı n’eylersin?

Burak, Hz. Muhammed’in Miraç yolunda bindiği binitin adıdır:

Seyran ettim erenlerin demini,

Kudret kandilini yanarken gördüm.

Burak olup içtim ab-ı hayattan,

Hazret Peygamber’i kanarken gördüm.

.

Kırklar arş üstünde kurdular cemi,

Muhabbet halk olup sürdüler demi.

Balçıktan yarattı Allah Adem’i,

Ben ol vakit anın belinde idim.

Pir Sultan, nefeslerinde Hz. Ali’ye sık sık telmih yapılır:

Nerde Pir Sultan’ım nerde?

Özümüz asılı darda.

Yemen’den öte bir yerde,

Dahi Düldül savaştadır.

.

Pir Sultan ne güzel bulmuş yerini,

Ben pirime kurban verdim serimi.

Muaviye oğlu mülcem soyunu,

Sürelim dergahtan İmam Hüseyin.

İbn-i Mülcem Hz. Ali’yi şehit eden Haricî’dir.

Musa asasını ejderha kılan,

Leşker-i Yezid’e korkular salan,

Muhammet aşkına Zülfikar çalan,

Kamu müminlere imam olan Şah.

.

Sabah seherinde niyaz ederken,

Pirim Hacı Bektaş Veli’yi gördüm.

Sundu ab-ı kevser mest olmuşum ben,

Kanber’in elinde doluyu gördüm.

Düldül Hz. Ali’nin atı, Kamber, kölesidir. Alevilikte, cemin icrasına göre söylediği nefeslerle canları aşka getiren ve yapılacak sohbetlerin gidişatını belirleyen, yolculukları sırasında dedelerin günlük işlerini gören kişilere de Kamber ismi verilir

Telmih sanatında bazen de halk inanışlarına gönderme yapılır. Eski bir Türk inanışına göre Kıyamet kopacağı zaman bir kocakarı bir de Bozkurt kalacakmış, son olarak Bozkurt kocakarıyı da yiyecek ve ondan sonra Azrail Bozkurdun canını alacakmış:

Ali bindi Düldül ata,

Can dayanmaz bu fırkata.

Bozkurt ile kıyamete,

Kalan dünya değil misin?

“Kıyamet günü Sûr’a üflendiğinde, yeryüzündeki bütün canlılar ölecek. Bütün dağlar yerle bir olacak. Ağaçlar köklerinden sökülüp savrulacak. Korkunç bir rüzgâr âlemin altını üstüne getirecek. Bütün canlılar-cansızlar yok olurken, bir Bozkurt, ayakta kalmak için direnecek. O korkunç rüzgârda, önce tüyleri dökülecek, sonra derisi soyulacak, etleri lime lime kopacak bedeninden. Acı çekecek, susacak… Ama son ana kadar ayakta kalacak.”

Yine dosttan haber geldi,

Dalgalandı taştı gönül.

Yâr elinden Kevser geldi,

Derya gibi coştu gönül.

Hadislerde Kevser şarabı (Havz-ı Kevser) hakkında, sütten beyaz, kardan soğuk, köpükten yumuşak, kokusunun miskten güzel, altın ve gümüşten olan bardak sayısının ise gökteki yıldızlar kadar olduğu, altın ve gümüşten kanalları bulunduğu, su yollarında inciler olduğu ve içenin ebedî olarak susamayacağı ve sarhoş olmayacağı, yüzünün ebediyen kararmayacağı şeklinde rivayetler yer almaktadır. Alevi- Bektaşi inanışında Hz Ali Kevser şarabının sâkisidir:

Kevser Irmağında Sâkî olan yâr

Bir bardak dem ikram etmez mi ola.

Sırat’ın yolunu iyi bilen yâr 

Benim de elimden tutmaz mı ola.

Alevi-Bektaşilerce kutsal sayılan elma, cennet meyvesidir; inanışına göre, Hz. Muhammed’e, Cebrail tarafından “terceman” (gülbank) olarak verilmiştir. “Gülbank” Tarikat meclislerinde, bazı dinî ve resmî törenlerde belli bir makam veya eda ile okunan duadır. “Terceman” kelimesi de zaman zaman gülbank ile eş anlamlı olarak kullanılır:

Firdevs-i âlâda bir yanal elma

On sekiz bin âlemin nuru dediler 

Muhammed Mustafa, Haydar-ı Kerrâr 

Hünkâr Hacı Bektaş Veli dediler

Elma, cem ayinlerinde Pir veya dede tarafından belirli bir düzen içinde bölünerek lokma olarak dağıtılır:

Cennetten Ali’ye bir nidâ geldi 

Ali’ye terceman gelen elmalar 

Ali kokladı, hem yüzün uzattı 

Ali’ye terceman gelen elmalar

Alevî inanışına göre; Allah Teâlâ’nın kudretiyle, Cebrail’in Cennet’ten getirdiği kırmızı elma dört parçaya bölünür. Elmanın her bir parçasından Hz. Ali’ye hizmet ve teslimat için; Fatma (Hz. Ali’nin eşi), Düldül (Hz. Ali’nin atı), Zülfikar (Hz. Ali’nin kılıcı) ve Kanber (Hz. Ali’nin kölesi) yaratılmıştır. Hatayî bir şiirinde bu inanışı özetler:

Cebrail çün terceman çekti o ah-ı akdeme

Cebrail andan getirdi anda siyb-i ahmeri

Çar pâre kıldı anı ol Kadîm-i Lemyezel

Kudretinden geldi şaha hizmet şeyler her biri

Biri Fatma biri Düldül oldu ol çâr pârenin

Biri oldu Zülfikâr bir Ali’nin Kanberi 

Hatayi

Şiirde elmanın özünün Hz. Fatıma’yı, kabuğunun Kanber’i temsil ettiği ifade edilir. Çekirdekleri ise Zülfikar ve Düldül’dür.  Bu dört varlık Ali’de vahdet bulur:

Elma’sın elma’sın rengi boya

Cümle melâikeler donunu geye

Kadrini bilmeyen kabuğun soya 

Ali’ye terceman gelen elmalar

Elma’sın elma’sın misk ile kehribar

Kokuna birikir cümle peygamber

Etin Fatma Ana, kabuğun Kanber 

Ali’ye terceman gelen elmalar

Pir Sultan Abdal’ım vahdettir vahdet

Çiğidinden oldu Düldül gibi at

Bir adın seyfullah okunur âyet 

Ali’ye terceman gelen elmalar

Pir Sultan Abdal 

.

Dost bağında kızıl alma

Gül rengi güllerden solma

Pir Sultan’ım gafil olma

Gelen Murtaza Ali’dir

Türk söylence ve masallarında “don bürünme” (şekil değiştirme),  çoğunlukla, “geyik donuna girmek”, “güvercin donuna girmek” ve “turna donuna girmek” şeklindeki kerametlerden söz edilir. Ahmet Yesevi zaman zaman Turna kılığına girermiş. Hacı Bektaş, Güvercin donuna girerek Türkistan’dan Anadolu’ya gelmiş. Kaygusuz Abdal’ın, şeyhi Abdal Musa geyik donuna girmiş:

Yalancı dünyanın varın getiren,

Zemheride gonca gülün bitiren,

Güvercin donuna girmiş oturan,

Hünkar Hacı Bektaş Veli nerdedir?

.

Dört kitabın her ismini yazmalı,

Seyyah olup şu alemi gezmeli.

Bir kuş gördüm ayakları çizmeli,

Onu bilen bu cihanı fark eder.

Pir Sultan birkaç şiirinde Halk hikayelerine telmih yapar:

Pir Sultan’ım ah etti de gülmedi,

Aradı derdine derman bulmadı.

Hak uğruna serin verdi dönmedi,

Ferhat şu dağları delelden beri.

.

Ferhat Şirin’ine tapar,

Külüngün havaya atar,

Başını altına tutar,

Can verir candan ötürü.

Pir Sultan Abdal

RECAİ KAPUSUZOĞLU

Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM