Fatoş Yıldız
Fatoş  Yıldız
fatmayildiz88@yahoo.com.tr
Ruhu Beslemek Nedir?
  • 12
  • 191
  • 09 Nisan 2020 Perşembe
  • 1 Yıldız2 Yıldız3 Yıldız4 Yıldız5 Yıldız
    1 Kişi oy verdi
    Ortalama puan: 5,00.
    Bu yazıya oy vermek ister misiniz?
    Loading...
  • +
  • -

Ruhu beslemek nedir? Neyle beslenirse güçlenip, direnç kazanır? Peki ya ruhu beslemek neden bu kadar önemlidir? Yazıma öncelikle bu sorularla başlamak istedim. Ruhu beslemenin, derinleştirmenin, ehlileştirmenin, içselleştirmenin birçok yolu vardır. Ben bu yazımda beni besleyen, hatta büyüten, tıkandığında duygularımı bir vakum gibi sıkıştığı yerden çekip çıkaran MÜZİK’ten, ‘ ruhu beslemek ‘ten bahsetmek istiyorum. Ruhu Beslemek […]

Ruhu beslemek nedir?

Neyle beslenirse güçlenip, direnç kazanır?

Peki ya ruhu beslemek neden bu kadar önemlidir?

Yazıma öncelikle bu sorularla başlamak istedim.

Ruhu beslemenin, derinleştirmenin, ehlileştirmenin, içselleştirmenin birçok yolu vardır. Ben bu yazımda beni besleyen, hatta büyüten, tıkandığında duygularımı bir vakum gibi sıkıştığı yerden çekip çıkaran MÜZİK’ten, ‘ ruhu beslemek ‘ten bahsetmek istiyorum.

Ruhu Beslemek Müziğin Sesi

Yolların, yolculukların vazgeçilmezi olmuştur her zaman değil mi? Arabada, otobüste, tren yolculuklarında eşlik eder sana ve o andan itibaren de ayrı bir yolculuğa çıkıverirsin. Bazen yollar başka yere müzik başka yere götürür seni. Bakarsın yolun sonunda, gittiğin istikametle vardığın yer bambaşkadır.

İnsanlığın ilk çağlarından beri müzik, tıpkı bir yemek gibi bedenimizin değil ruhumuzun gıdası olmuştur. Kuş cıvıltıları, börtü böcek sesleri, rüzgârların, çağlayan ırmakların, taşların, tahta parçalarının melodik ritimleriyle can bulmuştur insan yaşamında.

Siz de duyabiliyor musunuz sesini? Hadi ama biraz zorlayın zihninizi, biraz daha… İlla kulaklarla duymanız gerekmez müziğin sesini, ritmini. Ünlü besteci Beethoven’in 9. Senfoniyi işitmeden bestelediği gibi. Bir müzisyen için hayatının anlamı melodiler ve sesler üzerine kurulmuşken, duymadan senfoni besteleyip yönetmek… İnanılmaz geliyor değil mi? İşte müzik böyle mucizelere gebe bir şey. Sesini yeter ki duymak iste. Kulaklar işitmese dahi zihninde çalan o melodileri duyabilirsin. ‘Beethoven’ı Anlamak’ (Copying Beethoven) filminde geçen şu diyalog sahnesi büyülemişti beni:

– İçinde konuşan sesi dinlemen gerek. Ben o sesi sağır olana kadar duymamıştım. Senin de sağır olmanı istediğimden değil tabii canım.

– Yani müziği duyabilmem için bana içimdeki sessizliği bulmamı mı söylüyorsunuz?

– Evet. Evet. Sessizlik, anahtar cümle. Notalar arasındaki sessizlik. Sessizlik seni çevrelediğinde, ruhun şarkı söylemeye başlayabilir.

Ve bunları yazarken hemen Nietzsche’nin şu sözleri aklıma geldi: “Müziğin sesini duymayanlar dans edenleri deli sanırlar.”

Bazen gözlerin bir noktaya dalar ve zihninden notalar akmaya başlar. Sesi gözlerinle görürsün. Düğün seremonisindeki dans müziğin, tuttuğun eller, baktığın gözler ve ritmi veren kalbindir aslında. Gözlerinle, ellerinle, zihninle, benliğinle yaratır ve duyarsın içindeki o tınının melodisini. Ses tellerine değmeden şarkılar söylediğimiz zamanlar olur, kalabalıklarda bağıra çağıra hem de. Bazen de hengâmenin, karışıklığın arasında duyarız melodileri; içinde bulunduğumuz yer ve duygu durumlarına göre değişir ritmi.

Şimdi müziğin sesini duyduğunuzu duyar gibiyim. Ben de şuan sizden gelen melodileri duyuyorum. Eski bir 45’likten ‘Gözlerin Doğuyor Gecelerime’ ile Zeki Müren’in o buğulu sesi yankılanıyor. Plak ağlamakta, dinleyen ise efkârda…

Gelen tınıya yürek vermekteyim.

Dağ başında
Rastladım aksakallı birisine
Bin yıllık bir halıya bin yıldan beri
Bağdaş kurmuş bir çınar gibiydi

Sordum ona
Aşk ne ustam, hayatın sırrı ne?
Tepeden tırnağa aşığım ben
Koskoca bir hayat var önümde

Sevda kuşun kanadında
Ürkütürsen tutamazsın
Ökse ile sapanla
Vurursun da saramazsın

Hayat sırrının suyunu
Çeşmelerden bulamazsın
Ansızın bir deli çaydan
İçersin de kanamazsın…

Cem KARACA – Sevda Kuşun Kanadında

Cem Karaca sizi de sardı mı ansızın? Şarkının sözlerindeki anlamlar ayrı sarıyor, Cem Karaca’nın o bilge sesi ise ayrı… Daha girişteki orkestrasyonun ruhu hemen içine alıyor seni. Hikâyesi desen apayrı… Aşkın tarifindeki o benzetmeler ahh…

İşte ruh ekibi karşımda. Ben sizi, siz beni duydunuz. Melodilerde yolculuğa çıkıverdik ansızın. En keyifli yol arkadaşlarım oldunuz. Bağıra çağıra eşlik ettik sözlerdeki tüm duygulara. İnce ince işlemedi mi tüm eksik yanlarınıza? Müziğin ritmi öyle bir şey ki, atmadığında duruyor zaman. En ihtiyacın olduğu anlarda ilaç gibi geliyor yarana. Boşuna mı gelip geçmişler bu diyardan Mahsuni Şerif’ler, Neşet Ertaş’lar, Barış Manço’lar ve daha niceleri… Ne bağrı yanık sözler, ne ruha işleyişler, ne umarsız deyişler… Bu âlemden giden bedenlerine inat, hala yankılanmakta zihnin labirentlerinde o yüce sesler.

Sazına vasiyet ediyor Aşık Veysel;

Ben gidersem sazım sen kal dünyada
Gizli sırlarımı aşikar etme
Lâl olsun dillerin söyleme yâda
Garip bülbül gibi ahûzar etme

dizeleriyle…

Ayrılmış olsa da bir gün bedenler bu diyardan sesleri yankılanır sonsuzluklara…

Ve yine müzik deyince aklıma düşen bir parça var ki… Kadın Kokusu (Scent Of A Woman) filmiyle tanıştım 85 yıllık o muhteşem tango eseriyle, Al Pacino’nun o müthiş oyunculuğunu izlerken: “Por Una Cabeza”… Film bittiğinde dahi benim için tango hâlâ devam ediyordu.

Duygular hissettiklerimiz değil midir? Ve biz de hayatımızı o duygular üstüne inşa ederiz aslında. Senin elin, kolun, bacağın, gözün, kulağındır onlar. Duygular olmadan eksiktir, anlamsızdır, boştur, dolmaz ömrün… Âşık Veysel görmeden dokunduğu sazın tellerini ağlatmadı mı? Parmaklarına yönü veren gönüle dolan gamdı. Beethoven’a senfoniler yazdıran kulakları değil, içinde ırmaklar gibi dolup taşan duygulardı.

Yani duyguları olmadan yaşayamazdı insan. Sevinci, hüznü, coşkuyu, umudu, kederi… Müzik de duyguların tercümanıydı aslında; yüreklerden dillere, dillerden yüreklere dökülen. Kalp atarken müziğin ritmi durmaz o yüzden. Kanı pompalar, damarlardan geçer ve yaşam belirtileri verir bedenlenmiş ruhlarımıza. “Şöyle bir şarkı söyle de kulaklarımızın pası silinsin.” derler ya hep sesi güzel olanlara. Hadi ‘kendi şarkınızı’ söyleyin, gönüllerinizin pası silinsin.

Esaretin Bedeli (The Shawshank Redemption) filminden bir diyalogda hissettim iliklerime kadar, müziğin dursa da aslında insanın benliğinde, umutlarında devam ettiğini…

– Müzik buradaydı yani içimde. Müziğin güzelliği budur işte. Bunu sizden alamazlar. Hiç müzik için böyle hissetmediniz mi?
– Ben gençken mızıka çalardım. Zamanla ilgimi kaybettim. İçerideyken fazla bir anlamı yok.
– Bana en çok burada anlamlı geldi. Unutmamak için ihtiyacın var.
– Unutmak mı?
– Dünyada taştan ibaret olmayan başka yerlerin de olduğunu. Bir şeyler vardır… İçinden alamayacakları ve dokunamayacakları bazı şeyler. O sana aittir. Ne yapsalar alamazlar
– Ne hakkında?
– Umut…

Sosyal Medyada Paylaşın:

12 yorum

  1. ‘Bu alemden giden bedenlerine inat, hala yankılanmakta zihnin labirentinde o yüce sesler’
    Sanırım ben bir süre bu cümlede takılı kalacağım.
    Dönüp dönüp tekrar okunası bir yazı
    Kalemine ruhuma sağlık…

    • Canımsın♥️ çok teşekkür ederim, bunları senden duymak nasıl mutluluk verici??

  2. Müziğin ruhumda yarattığı etkiyi dillendirmişsin bebeğim..? Arabesk dewamke????

    • Canım Selom, az mı aynı müzik etrafında ruhlarımızı konuşturduk. Bir buluşabilsek ahh, mix yaparız yine her telden??

  3. Pardon, siz başkalarının asla alıp dokunamayacağı umudumun yoldaşı ve içimdeki bestenin bir özel bir notası olabilir misiniz acaba?

    • A benim canım Ruhdaş’ım ne güzel bir yazı bu.
      Önce kendi şarkımı mı söyleyeyim, Beethoven’dan bir senfoni mi dinleyeyim, yoksa yazı da geçen filmleri tekrar mı izleyeyim, bilemedim.
      Dur önce yazıyı tekrar okuyup, iyice içime çekeyim.
      ♥️♥️♥️

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM