Refik Halit Karay Kimdir, 15 Mart 1888 tarihinde İstanbul, Beylerbeyi’nde dünyaya gelir. Babası Mehmet Halit Bey, Karakayış oğulları olarak bilinen asil bir aileye mensuptur. Refik Halit, Karakayış oğulları lakabını daha sonraları kısaltıp, Karay şeklinde soyadı olarak alıştır. Mehmet Halit Bey, Mevlevi tarikatının önemli bir mensubudur. Refik Halit’in annesi Ruhsar Hanım, Kırım Hanları sülalesindendir. Babası Osmanlı […]
Refik Halit Karay Kimdir, 15 Mart 1888 tarihinde İstanbul, Beylerbeyi’nde dünyaya gelir. Babası Mehmet Halit Bey, Karakayış oğulları olarak bilinen asil bir aileye mensuptur. Refik Halit, Karakayış oğulları lakabını daha sonraları kısaltıp, Karay şeklinde soyadı olarak alıştır. Mehmet Halit Bey, Mevlevi tarikatının önemli bir mensubudur. Refik Halit’in annesi Ruhsar Hanım, Kırım Hanları sülalesindendir. Babası Osmanlı Bankası Nazırı’dır. Amcası Riza Paşa, Harbiye mezunu bir askerdir. Rıza Paşa, Plevne’de büyük yararlılıklar göstermiş, daha sonra kumandan olarak atandığı Mekke’de vefat etmiştir. Bir başka amcası da musiki üstatlarından Behlül Efendi’dir. Refik Halit’in, Hakkı, Niyazi ve Münire adlarında bir kız ve iki erkek kardeşi vardır. Refik Halit’in ağabeyi Hakki Halit Bey, Avrupa’da kimya mühendisliği tahsili yapmıştır.
“1880 yılına kadar Beylerbeyi’nde oturan Karay ailesi, bu tarihten sonra Erenköy’de aldıkları köşke yerleşmişlerdir. İşte bu semt ileride Türk edebiyatının büyük isimleri arasına girecek olan Refik Halit’in yaz aylarında bütün çocukluğunu, gençliğini geçirdiği yerdir.”
Refik Halit’in eğitimi ilk olarak bu evde başlar. ilk öğretmeni “Tatar Muavenet Cemiyeti” üyesi olan dayısı İhsan Bey’dir. Daha sonra kışları Veznecilerde “ Şemsülmaarif Mektebi “ne, yazları da Göztepe’deki “Taş Mektebe” devam eder. Refik Halit, on iki yaşına gelince “Mektebi-i Sultani”nin yatılı kısmına verilir. Refik Halit, hiçbir zaman okullardan hoşlanmaz. On sekiz yaşındayken okul müdür yardımcısının kendisine söylediği bir kelimeden dolayı okulu terk ettiğini şöyle anlatır: “Fransızca Muallimiz Mösyö Dübua ismindeki yari matuh bir ihtiyardı; nasıl oldu bilmem, üç arkadaş ite ite sırayı çivili olan yerinden söktük; muallim gördü, tambur çalmış ve ders o ara bitmiş idi. Herkes kaçtı, ben manasız bir izzet-i nefisle yerimde durdum; geldi yakamdan tuttu, beraber müdür-i saninin odasına girdik. Mösyö Feuillet önündeki defteri açtı, felaket... Orada bir sene evvel mektebin arka kapısından firarıma ve tecziye edilmediğime dair olan kaydı gördü… Buna itiraz hakkım yoktu.
Neden diyordum, benimle beraber aynı fiili işleyenler cezalandırılmıyorlar?
Diyorlardı ki:
– İsimlerini bildir, onları da cezalandıralım. – Hayır ben ihbar etmem, siz tahkikat yapınız, bulunuz. (EKIZ, Osman Nuri; Refik Halit Karay, Istanbul. 1984, s. 12)
Nihayet cumartesi günü çattı, izinsizdim, fakat kim dinler, kollarımı sallaya sallaya yürüdüm, kapının önüne geldim, kapıcılar yolumu kestiler, bırakmak istemediler:
-Sakın dedim, elinizi sürmeyiniz, fena olur, siz polis değilsiniz, vazifeniz, olanı biteni müdüriyete bildirmektir.
Cevap vermediler, hatırlı talebeden idim, çekildiler; ben de hiçbir şey olmamış gibi evime geldim, kimseye halimi belli etmedim, güldüm, konuştum, yedim, içtim, yattım ve uyudum. Sabahleyin göz yaşları yanaklarımdan dökülerek vakayı anlattım. Hikaye uzundur, peder birini göndererek müdahaleye mecbur kaldı. Müdür Abdurrahman Şeref Efendi, birkaç kelime azarlamakla iktifa etti, izinsizliğimi ve hapsi affetti; yalnız birkaç yüz satır ceza yazdım. Mösyö Feuillet’e götürdüm, nasihatler, verdi; mesele galebemle kapandı.
Lakin mektepten soğudum; üç ay sonra bir daha dönmemek şartıyla evime avdet ettim.”
Refik Halit’in Mekteb-i Sultani’den ayrılmasından sonra, babası, Hukuk Mektebi giriş sınavlarına girmesi için ısrarda bulunur. Zaten babası Refik Halit’in Mekteb-i Sultani’yi bırakmasını hukuk tahsili yapması şartıyla kabul eder. Refik Halit oldukça zor olan bu sınavı kazanır ve hukuk tahsili yapmaya başlar. Refik Halit, bu yıllarda, öğrencilikle beraber Maliye Nezareti’nde katiplik de yapmaya başlar.
Refik Halit, hukukta okutulan dersleri sevmez ve tıp tahsili yapmadığına üzülür. Kendisi bunu şöyle anlatır: “ Doktor olmadığıma, her doktor yanında veya levhası önünde içimden bir teessüf geçer. Ama ben doktorluğu bilfiil icra-yı sanat için istemem, buna merakım sırf bilgi cihetindendir. Şayet Mekteb-i Hukuk yerine zamanında tıbbiyeye girse idim muhakkak zevk ile, lezzet ile ikmale muvaffak olurdum. Hukuk dersleri bana o derece yavan, laftan güzaftan ibaret görülmüştü ki, başımı alıp ikinci senesinden dar kaçmıştım. Zaten Hukuk mektebine girdiğim zaman niyetim avukatlık etmek değildi. Ben Müdde-i Umumilik vazifesini severim. Ama Avrupa’daki Müdde-i Umumilik … Öyle şu madde ile tecziyesini talepten ibaret vazife değil. Reise, avukatlara meydan okuyan bir Müdde-i Umumi; zannediyorum ki bu işi iyi becerirdim”
Refik Halit, Hukuk Mektebi’nin ikinci sinifındayken, II. Meşrutiyet ilan edilir. Refik Halit de öğrenciliği bırakıp gazeteciliğe başlar. Önce, Servet-i Fünun’da ücret almadan tercümanlık yapar. Ardından da Tercüman-ı Hakikat’te tercüman ve yazar olarak çalışır.
Bu yıllarda henüz yirmi bir yaşında olan Refik Halit’in hem Servet-i Fünun’da, hem de Tercüman-ı Hakikat’te makaleleri yayınlanmaktadır. Yazar, ilk hikayesi olan “Ayşe’nin Yazgısı”nı 1909’da Faik Sabri’nin çıkardığı “Muhit” dergisinde neşreder. Yine bu yıllarda Refik Halit, babasından aldığı iki bin altınla “Son Havadis” adlı bir akşam gazetesi çıkarmaya başlar. Yakup Kadri de bu gazetenin Fransızca mütercimidir. On beş sayı, çıkan gazete “idare edilememek yüzünden, zarar gördüğü görülünce” kapanmıştır.
Yazar, asıl şöhretini mizahi yazılarıyla yakalar. İlk mizah yazıları “Alem”de yayımlanır. Yakup Kadri, önceleri onun mizahi yazılarını beğenmez çöpe atar, ancak iki ay sonra ona, kendisi “Kirpi” müstear adını yakıştırır. Refik Halit, bundan sonra şöhret olur. Yazarın yine bu yıllarda tiyatroya merak sardığını görürüz. Milli hissi kuvvetlendirmek maksadıyla “Kanije Müdafaası ve Tiryaki Hasan Paşa” adlı tiyatro eserini yazar. Eser, Manukyan Tiyatrosu tarafından sahneye konarak büyük ilgi görür, fakat yazarın tiyatro çalışmalarının arkası gelmez.
Refik Halit, bu yıllarda Fecr-i Ati topluluğuna katılır. 1910’da Celal Esat ve Salah Cimcöz’ün birlikte çıkardıkları “Kalem” dergisinde “Kirpi” takma adıyla yazılar yayınlayan yazar, daha sonralari karikatürist Cemil Bey’in “Cem” adlı dergisinde yazar. Oldukça ilgi görmeye başlayan Refik Halit, burada, “Tarih-i Devr-i Mebusan” ve “Kirpi-i Natuvan” müstear adlarıyla yazılar yazar. Buradaki yazılarını “Kirpinin Dedikleri” adıyla neşreder (1919).
Yazarın, “Kalem” ve “Cem” dergilerinde çıkan “Kirpi” imzalı yazıları İttihatçılara karşı Hürriyet ve İtilafçıları destekler niteliktedir. Refik Halit’in burada çıkan yazıları okur tarafından büyük bir ilgiyle izlenir. Yazar, daha sonra Servet-i Fünun dergisinin sahibi Ali İhsan Bey’in Başmüdür olduğu Beyoğlu Belediyesi’nde başkatip olarak, iki bin kuruş maaşla çalışmaya başlar (1912). Bu dönemde, İttihatçılar bir hükümet darbesiyle iktidara gelirler. Bunun üzerine, Hürriyet ve İtilafçılar da Sadrazam Şevket Paşa’yı öldürürler. Cemal Paşa da bir liste hazırlayarak tevkiflere başlar.
Refik Halit de yazılarından dolayı, Bahr-ı Cedid adlı bir vapurla Sinop’a sürülür (1913). Böylece Refik Halit’in beş yıl sürecek olan ilk sürgün hayatı başlar. Refik Halit, burada kendisi gibi sürgünde bulunan Dr. Cemal Paşa’nın kızı Nazıma Hanım ile evlenir. Bu arada devlet dairesinde bulunan tanıdıklarına affedilmesi için mektuplar yollar, fakat hiçbir netice alamaz. 1. Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden dolayı Sinop, devamlı Rus donanmasının tehdidi altında bulunduğundan buradaki sürgünler Çorum’a nakledilir. Refik Halit’in annesi, oğlunun hasretine dayanamayarak, İstanbul’dan Çorum’a kadar gelir. Fakat burada ağır bir üremi krizine yakalanır ve ölür. Bu olay yazarı derinden sarsar. Bu olaydan sonra Ankara Valisi Reşit Bey, Refik Halit’in Ankara’ya geçmesini sağlar.
Refik Halit, Ankara’da da rahata kavuşmaz. Ankara’da çıkan büyük bir yangın sonucu, oturacak yer bulamayınca buradan da göç etmek zorunda kalır. Bilecik’e yerleşmek istediğini Talat Paşa’ya bildiren Refik Halit’in bu isteği yerine getirilir. Refik Halit, yanında bulunan Nazıma Hanım’ı ilk çocuğunun doğumu yaklaştığı için İstanbul’a gönderir. Yazar, yurt dışında bulunan Talat Paşa’ya vekalet eden Cemal Paşa’dan on gün süreyle İstanbul’a dönmek için izin ister. Yazarın bu isteği yerine getirilir. Böylece Refik Halit, beş yıl önce ayrıldığı İstanbul’a döner. Refik Halit, burada iki büyük tehlike atlatır.
Yazı yazdığı Yeni Mecmua’ya giderken ani olarak tevkif edilir. Bu tehlikeyi Ziya Gökalp ve Falih Rıfkı’nın yardımlarıyla atlatır. Diğer tehlike ise, yazarın Yeni Mecmua’da çıkan “Harp Zengini” adlı yazısıyla ilgilidir. Yazı söz konusu zengin tarafından görülerek, Talat Paşa’ya götürülür, böylece yazar, tekrar Bilecik’e sürülmek istenir. Fakat Refik Halit’in Türk. dilini işlemedeki ustalığını, hikayelerinde Anadolu insanını objektif olarak ortaya koyduğunu gören Ziya Gökalp, bütün ağırlığını ortaya koyarak, yazarın Istanbul’da kalmasını sağlar.
Refik Halit, bu ilk sürgününde İstanbul’dan ayrı kalsa da edebi faaliyetlerini devam ettirir. Bu sıralarda Yahya Kemal ve Yakup Kadri’nin de yazı yazdığı “Peyam” gazetesinde, Refik Halit’in de “Nakşi Ber-ab” başlığı altında “Aydede” imzalı makalesi yayınlanır. Aydede’nin Refik Halit olduğunun anlaşılmasıyla, hükümet tarafından Peyam, bir daha çıkmamak üzere kapatılır. Böylece Refik Halit Karay da son sürgün yeri olan Bilecik’e kadar, bir daha yazı yayınlamaz.
Refik Halit’in Bilecik’ten İstanbul’a “Türk Yurdu” mecmuasında yayınlanmak üzere gönderdiği “Memleket Hikayeleri” kitabında bulunan “Küs Ömer” ve “Boz Eşek” hikayeleri, edebiyat çevrelerinde büyük ilgi görür ve yazarın affedilmesinde etkili olur. Bu hikayeler Talat Paşa’nın izniyle “R. H.” İmzasıyla yayınlanır. “Yeni Mecmua”da çalışan Ömer Seyfettin, Refik Halit’e bir mektup yazarak, dergi için hikaye isteyince, o da “Sarı Bal” ve “Şaka” hikayelerini gönderir.
“Sürgün” sıfatını henüz üzerinde taşıyan yazar, İstanbul’da oldukça ekonomik sıkıntı içindedir. Hayatını yazdığı yazılarla kazanır. “Yeni Mecmua” da yazan yazara, Robert Koleji’nden edebiyat öğretmenliği teklifi gelir, o da bu teklifi kabul eder. Burada, Adnan Adıvar ve Halide Edip ile tanışır. Yazar bu sıralar “Tasvir-i Efkar” “Vakit” ve “Zaman” gazetelerinde de yazı yazar. Bu yazılarda İstanbul’un savaştan dolayı düştüğü sefaleti anlatır.
Mütarekeden sonra İttihat ve Terakki Fırkası çökmüş, onlara muhalif olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası kurulmuştur. Refik Halit, fırkanın kurulma aşamasındaki toplantılara katılır. Bu toplantılarda Damat Ferit Paşa ile tanışır. Bu fırka bir süre sonra iktidara gelir. Refik Halit, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın yönetim kurulunda görülür. Damat Ferit, kabinesini oluştururken, Maarif Nezareti’ne Ali Kemal’i getirir ve Ali Kemal’den boşalan “Sabah Gazetesi” başyazarlığını da Refik Halit’e verir. Refik Halit, artık taraf tutan siyasi bir gazetecidir.”
14 Nisan 1919 tarihinde Posta Nezareti, Genel Müdürlük haline getirilir. Refik Halit de Genel Müdür olarak atanır. Refik Halit, Sabah Gazetesi başyazarlığından ayrılır. Altı ay süren Posta Telgraf Umum Müdürlüğü esnasında hiç yazı yazmaz. Ancak Damat Ferit hükümeti çekilince o da genel müdürlükten ayrılır. Tekrar gazeteciliğe döner. “Peyam” ve “Alemdar” gazeteleri ondan yazı ister. O da Alemdar Gazetesi’nde yazmayı kabul eder. “Nakş-1 Ber-ab” başlığı altında “Aydede” ve “Kirpi” imzalarıyla bu gazetede yazılar yayınlamaya başlar. ° 1920 yılında tekrar iktidara gelen Damat Ferit Paşa hükümetinin Posta Telgraf Umum Müdürü, yine Refik Halit Karay’dır. Bu görevi boyunca siyasete pek girmez.
Bir süre sonra Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın aleyhinde konuştuğu için azledilir. Refik Halit, tekrar gazeteciliğe döner. Yazar, Peyam-ı Sabah’ta yazmak ister. Fakat, Damat Ferit Paşa, henüz iktidarda olduğu için gazetenin sahibi Mikran Efendi, bu işe yanaşmaz. Ancak bir süre sonra hükümet düşünce, Peyam-1 olarak Sabah’ta yazmaya başlar. Daha sonra bu yazılar, “Ay Peşinde”, “Ago Paşa’nın Hatıratı”, Tanıdıklarım” ve “Guguklu Saat” adlarıyla kitaplaştırılır.
Peyam-1 Sabah’tan aldığı parayla geçinmekte zorluk çeken yazar, bir gazete çıkarmak ister. Ancak bu dönemde gazete çıkarmak zordur. Yazar, o sıralar Galatasaray Lisesi Müdürü olan ve Fransız Sefarethanesi’nde çalışan Mösyö Feuillet’in yardımıyla resmi izin alır. Böylece “Aydede” adlı bir mizah dergisi çıkaran Refik Halit Karay, güçlü bir mizah edebiyatı kurmayı başarır. Bu dergi, bir yıl içinde 90 sayı çıkar.
Refik Halit’in “Yüzellilikler Listesi”ne dahil edilmesi ve yurt dışına sürülmesi, Posta Telgraf Umum Müdürü iken Milli Mücadele karşısında yer alması sebebiyledir.
“Aydın Redd-i İlhak Cemiyeti’nin bütün Anadolu içerisine birbiri arkasına gönderdiği telgraflar, kabineyi umumi bir silahlı hareketten korkuttu. Bu telgraflar Van’dan Trabzon’a kadar ahaliyi derhal silahlandırarak İzmir’e doğru akın akın gelmeye teşvik ediyordu… Dahiliye Nazırı telaş etti ve gece bana telefonla verdiği emirle Redd-i İlhak Cemiyeti tarafından verilecek telgrafların katiyen kabul edilmemesi ve tazyik altında edilse bile keşide bulunmaması lüzumunu bildirdi.”
Bunun üzerine Refik Halit de başmüdürlüklere birer tamim gönderir ve Redd-i İlhak Cemiyeti tarafından verilecek telgrafların alınmaması, alınsa da çekilmemesini, aksine hareket edenlerin şiddetle cezalandırılacağını bildirir.
“Onun, Milli Mücadele karşısındaki bu olumsuz davranışı memuru bulunduğu Damat Ferit Paşa hükümetinin politikasından kaynaklan hareketinin mensuplarını posta teşkilatından faydalandırmamak için faaliyette bulunan Refik Halit” gazeteciliğe döner.
“Refik Halit’in İttihat ve Terakki’ye düşmanlığı nedeniyle Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na girdiğini, görevi ve yüklendiği sorumluluk gereği Milli Mücadele’ye karşı olumsuz vaziyet aldığını söylemek mümkün.
Refik Halit, “Yüzellilikler” listesinde adının olduğunu “Aydede” nin zabita muharririnden öğrenir. Yazar, eşi ve çocuğuyla beraber, İngiliz Sefarethanesi’nin yardımıyla İstanbul’dan ayrılır. 1922 yılında Türkiye’den ayrılan yazar artık Beyrut’tadır. Yüzellilikler’den Antepli Celal Kadri, Halep’te “Doğru Yol”isminde bir gazete çıkaracağını söyleyerek Refik Halit’ten yardım ister. Bunun üzerine Refik Halit de Doğru Yol’a Türkiye’deki yeni rejim aleyhine iki yazı gönderir. Yazar bu sıralar Beyrut’a bağlı “Cünye” köyünde yaşar. Karısı ve oğlunu İstanbul’a gönderen yazar, karısının isteğiyle onu boşar ve boşadığına dair belgeyi İstanbul’a gönderir. Refik Halit bir süre sonra ikinci evliliğini yapar. Beyrut’ta, Mahir Sait adında bir şahsın kızı olan Nihal Hanım’la evlenir.
Yazar, bu sıralar “Doğru Yol” gazetesinin yayınlandığı Halep’e taşınır. Refik Halit’in İstanbul’dan tanıdığı olan Nuri Genç, Refik Halit’e Halep’te milliyetçi bir gazete çıkarmayı teklif eder. “Vahdet” adını verdikleri gazetenin “edebi müdürü” Refik Halit olur. 1928 yılında yayınlanmaya başlayan, Vahdet ile yazarın sürgünlüğünün ikinci devresi başlar. Vahdet’te çıkan yazılar Atatürk İnkılapları lehinde olduğu için Ankara, onlara ciddi yardımlarda bulunur. Yazarın bu gazetede çıkan yazıları daha sonra “Bir İçim Su” adıyla kitaplaştırılır. Ayrıca yazarın “Deli” piyesi de önce bu gazetede yayınlanır.
Vahdet’te Türkiye lehinde yazılar yayınlayan Refik Halit, Antakya gençliği ile ilişki kurar, onlarla gizli gizli toplanır; buranın Türk olduğunu ve Türkiye’ye bağlanması gerektiğini belirtir. Antakya’daki gençlerin Refik Halit’e duydukları hayranlık büyüktür. Yazar, bu yıllarda yazdığı yazılarla ününe ün katar. Onun yazıları Anadolu’daki birçok gazetede birden yayınlanır. Yine bu sıralar yazarın “Bir Avuç Saçma” ve “Yezidin Kızı” gibi eserleri yayınlanır.
Refik Halit’in yurt dışındaki faaliyetleri ve yazıları memleketimizde sevinçle karşılanır. Cumhuriyetin 10. yıl dönümünde Refik Halit’in birkaç kişiyle birlikte affedilmesi kararlaştırılır. Ancak Yüzellilikler’in yurda dönmeleri Lozan Antlaşması hükümlerine bağlı bulunduğundan bu gerçekleşmez. Antlaşma Montrö’de değişikliğe uğrayınca af, tekrar gündeme gelir. Bu zaman zarfında Suriye hükümeti de Hatay’ın Türkiye’ye bağlanmasını isteyen Türkleri tevkif edecektir. Tevkif edilecekler içinde Refik Halit’in de ismi vardır. Dolayısıyla, Refik Halit, büyük bir sabırsızlıkla Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde çıkacak kararı bekler.
Ağustos 1937 yılında af, meclisten çıkar, ve 17 Temmuz 1938 tarihinde de yürürlüğe girer. Bunun üzerine Refik Halit Karay da yurda döner.
Yurda dönen Refik Halit, “Tan Gazetesi’ nde yazı yazmaya başlar. 1948 yılında “Aydede” adlı mizah gazetesini yeniden çıkarmaya gayret sarf eder. Kısa bir müddet de olsa başarır. Çeşitli gazetelerde romanlarını tefrika ederek, yazılarını yayınlayarak hayatını sürdürür.
Refik Halit Karay, hayatının bundan sonrasında artık politikayla uğraşmaz. Kendisini gazeteciliğe ve roman yazmaya verir. Oldukça hareketli ve sıkıntılı bir ömür süren Refik Halit, 18 Temmuz 1965 yılında geçirdiği bir ameliyat sonucu hayata gözlerini yumar.
Hikaye Yazarken Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar Okumak İçin Tıklayınız
Kaynak : Refik Halit Karay’ın Eserlerinde Sosyal Tenkit Mehmet Bakır Şengül, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi
Refik Halit Karay hayatı çok güzel ve gerçekten detaylı şekilde aktarmışsınız.O dönemlerde yaşamak özellikle politikacı ve yazar olmak çokta kolay değilmiş oradan oraya savrulan hayatlar sürgünler zor olmalı bu değerli biyografi için teşekkür ederiz. hocam saygılar.
Refik Halit Karay i öğrencilik yıllarından beri okumadığımı farkettim. Okunacaklar listeme aldım hemen. Bu bilgi verici yazı için de teşekkürler ☺️