“Çocuğum toplum önünde konuşamıyor. Hiç özgüveni yok.” Özgüven denilince akla ilk gelen beceri sanki bu: Toplum önünde konuşabilmek! Oysa zaman geçtikçe ve deneyim kazandıkça anlıyorum ki ilk maharet bu değil, bu olmamalı. Özgüven kelimesi aynen özgür kelimesindeki gibi içeriğinde çok fazla şey anlatmaya çalışıyor. Özgürlük, nasıl ki ilk olarak özünün gürleşmesi, özünü bulmakla ilgiliyse özgüven […]
Özgüven denilince akla ilk gelen beceri sanki bu: Toplum önünde konuşabilmek!
Oysa zaman geçtikçe ve deneyim kazandıkça anlıyorum ki ilk maharet bu değil, bu olmamalı. Özgüven kelimesi aynen özgür kelimesindeki gibi içeriğinde çok fazla şey anlatmaya çalışıyor. Özgürlük, nasıl ki ilk olarak özünün gürleşmesi, özünü bulmakla ilgiliyse özgüven kelimesi de önce insanın kendi mayasını bulması, kendini sevebilmesi ve özüne güvenmesiyle başlıyor.
Ancak, toplum olarak -belki de atalardan gelen sorgulamadığımız birçok alışkanlık gibi- olayı sondan başa alıyoruz tıpkı bir hikayeyi sondan geriye doğru okumak gibi. İstiyoruz ki hemen toplum önüne çıkıverelim, etkili hitap edelim ve çok rahat bir diyaloğumuz olsun herkesle. Ama çok önemli bir adımı atmayı unutuyoruz:
Kendimizin önüne çıkabiliyor muyuz?
Koçluk görüşmelerinde koçluk alan kişilerin “aslında çok önemli değil ama beni fazlasıyla rahatsız eden bir alışkanlığım var” diyerek konuya girdiği ve sıklıkla bahsettiği konulardır:
Şimdi bu tarz konularda sıkıntımız var ve toplum içinde hazır bir konuşmayı çok rahat yapıyorsak prova bir hayat yaşıyoruz diye düşünüyorum. Zira, hayat bir tiyatro sahnesi olabilir ancak her konuda prova yapmanı bekleyecek bir sahne asla değil. Tüm bu konuları konuştuğumuz, değişime cüret eden güzel insanlarla yaptığımız tek şey özleriyle buluşmaları için alan açmak. Orada öyle şeyler oluyor ki…Özünü keşfetme, kim olduğunu veya aslında kim olmadığını fark etme, geliştirebileceği yeteneklerini hatırlamak, kendisi değiştiğinde aslında etrafına nasıl da güzel yansıyacağını, basit bir adım olduğunu ancak tüm hayat alanını etkilediğini ve daha neler neler…
Zira özümüze güvendiğimizde ortadaki korkular, tutukluklar, tereddütler, yanlış anlamalar veya anlaşılmalar da otomatik olarak silinip gidiyor. Özümüzle buluşup kendimizin önüne çıkma cesareti gösterdiğimizde biliyoruz ki pergelin merkezi doğru yerde ve sabit. Diğer ayağı da istediği kadar esneyebilecek kapasitede. Özünü sevdiğin ve ona güvendiğin an açılmaktan, farklı boyutları keşfetmekten ve hem kendini hem de inandıklarını ifade etmekten asla çekinmezsin.
Diğer türlüsünü düşün lütfen. Yani pergelin merkezi sabit ve doğru yerde değilse, diğer ayağı ne kadar esnetebilir, ne kadar büyük bir yuvarlak çizebilirsin ki? Her zamanki sevdiğim ifadeyle tekrar etmem gerekirse kendi boyutunun farkına varmadan evvel başka boyutlara gitmek ne kadar sağlıklı olabilir ki? Elbette gidebilirsin ama boğulma ve kaybolma riskin o kadar çok ki… Sürekli bir kaygı içinde olursun.
O zaman hepimize bir keşif ödeviyle sonlandıralım yazımızı:
İvedilikle kendi karşımıza çıkıp pergelimizin kontrol edilmesi ve özümüze ne ölçüde güvendiğimizin fark edilmesi hususlarında gereğini yüksek izinlerine sevgilerimle arz ederim.