OĞUZ ATAY’IN ‘TUTUNAMAYANLAR’ EPİSODE DIALECTIC GİRİFTİ ‘İnsan yığının vücutlaşmasının kaleme alındığı, yazımsal insan olan Selim Işık…’ OĞUZ ATAY’IN ‘TUTUNAMAYANLAR’ EPİSODE DIALECTIC GİRİFTİ Öncelikle çalışmaya başlamadan önce böyle bir başlığı neden TUTUNAMAYANLAR’a yakıştırdığımı ve eşlediğimi kısaca anlatacağım. İngilizce bir kelime olan Episode; olay, bölüm, perde, kısım, pay… anlamlarını taşımaktadır. Fakat Türkçe anlamları ile ayrık […]
OĞUZ ATAY’IN ‘TUTUNAMAYANLAR’ EPİSODE DIALECTIC GİRİFTİ
‘İnsan yığının vücutlaşmasının kaleme alındığı, yazımsal insan olan Selim Işık…’
Öncelikle çalışmaya başlamadan önce böyle bir başlığı neden TUTUNAMAYANLAR’a yakıştırdığımı ve eşlediğimi kısaca anlatacağım.
İngilizce bir kelime olan Episode; olay, bölüm, perde, kısım, pay… anlamlarını taşımaktadır. Fakat Türkçe anlamları ile ayrık bir tavır sergileyeceğinden, tümüne verilen bir kavram olarak tamamıyla episode kelimesini uygun gördüm. Bilindiği üzere Oğuz Atay, Tutunamayanlar’ı -bölüm- olarak kaleme alsa da olayların akışındaki anlatıcının etkisi, ironi etkisi, özellikle bir film gibi betimlemeleri ve insanlar yığının vücutlaşmasının kaleme alınmış, yazımsal insan hali olan Selim Işık’ı okuduğumuz kısımlarda, zamanın geriye dönük kırılmalarını, sırası olmayan, girift kolonlarında aradığımız episode, kendini okuyucunun hayal dünyası veya tutunamayan olduğunu henüz anlamamış olarak çırpınan okuyucularda yahut Selim Işık üzerinde gösterecektir.
Dialectic mantık ile duyuların izah noktası ise, burada Turgut Özben’in her hikayesinde, daha travmatik olacak psikanalitik tahlilleri sahnede perdeliyor. Okuduğumuz bir roman fakat içine girdiğimiz dünya aynı zamanda bir tiyatral etkisiyle perdeleniyor. Selim Işık ve Turgut Özben’in iki farklı fakat aynı orjinde buluşmaları uyanış etkisinde adeta… Dialectic oluşumunu Turgut üstlenecek ise episode olarak insan yığının yazımsal hali Selim Işık olacaktır.
Turgut, Selim Işık’ı alıp çıktığı yolda, her ne kadar yolunu tamamlamamış olsa da burada TUTUNAMAYAN insanların Gaia döndüğü sürece yok olmayacağına ve hep bir yerlerde karşılaşacağı doğrusunda hareket ediyor. Selim’in insanlığı taşıması ağır bir yük olup en sonunda bu yükten kurtulmak için çareyi intiharda bulması, Turgut’un hiç cevaplanmayacak, su yüzüne çıkaramayacağı gerçeklerini de bir noktada bırakmıştır. Selim insanlık yumağının bir döngüsünde, hikayelerini kırık, zamansız sunmasıyla episode oluştururken, Turgut ise bu kırılmalara dialectic yaklaşımlar ile hikayelerini Selim’in aksine koptuğu yerden bağlayarak devam etmeye çalışıyor. Fakat Selim’in bize göre bitmiş, Turgut’a göre hiç bitmeyecek ve kazıdıkça muazzam bulgular vereceği hikayeleri ve Turgut sayesinde öğrendiklerimiz esasında atladığımız bir gerçeği sunuyor. Selim ile sohbetlerinin yetmediği anlarda, korkmadan konuşacağı bir öz benlik duygusuyla çıktığına inandığım Olric, romanın can alıcı ve kuşku yumağının en belirgin noktalarında selamlıyor bizi…
Yazımda sıkça kullanmış olduğum gibi, Selim’in milyonlarca insanlığı üzerinde taşıması Turgut’un sadece Selim ile değil bir de yardımcı olarak milyonlarca insanlığı yükleyebileceği bir yardımcıya ihtiyacından doğacak olan Olric de Selim ile bağdaştırılmış fakat Turgut’un öne çıkaramadığı bir özbenidir… Fakat bu yalnızca ara ara duyulan bir his etkisinden başka bir durumda değildir elbette!
TUTUNAMAYANLAR ’da anlatıcı çok bileşkenli bir yapı olarak resmeder kendini. Üst anlatıcı genele serpiştirilen ve unutulmayandır. Turgut Özben ise kendi iç benliğine, aradığı öz benliğine ve duygusal yönüne ettiği seyahatlerde anlatıcı olarak çıkar karşımıza… Bunlara iç diyalog ve iç monolog teknikleri eşlik eder. Esas noktalar ise yani Turgut’un kendine söylemekte sakınca duyduğu izahları içine yapmış olduğu ve orada tanıdığı destekçisi ve öz beni Olric alacak, farklı bir pencereyle anlatıcı kimliği taşıyacaktır. Okuyucular da böylelikle hikayelere farklı anlatıcılar yoluyla bakmayı başarabileceklerdir.
Bunun yanında farklı karakterlere hayat veren Süleyman Kargı, Esat, Günseli, Metin tarafından da anlatıcı romanda kendini gösteriyor. Alışılmışın dışında roman olma özelliğini de böylece gözler önüne sermiş oluyor. Böylesi bir giriftliği, ustalıkla bir düzen içinde, okuyucuyu sarsarak ele alması 1970 TRT Roman Ödülü’ne layık görülmesiyle de TUTUNAMAYANLAR’ı klasik anlatıcı romanlar arasından sıyırıyor.
OĞUZ ATAY’IN bence en büyük çıkışını ve okuyucuyu günlerce düşündürebilecek sarsıntısını yapmış olduğu “TUTUNAMAYAN BETİMLEMESİ” dir. Bu betimlemeyi bir de isimleştirerek romana yeni bir çağ atlatışı, insanlığa ise TUTUNAMAYAN figürü çizmesidir.
…“Beceriksiz ve korkak bir hayvandır. İnsan boyunda olanları bile vardır. Yalnız pençeleri ve özellikle tırnakları çok zayıftır. Dik arazide, yokuş yukarı hiç tutunamaz. Yokuş aşağı, kayarak iner. (Bu arada sık sık düşer.) Tüyleri yok denecek kadar azdır. Gözleri çok büyük olmakla birlikte, görme duygusu zayıftır. Bu nedenle tehlikeyi uzaktan göremez.
Erkekleri, yalnız bırakıldığı zaman acıklı sesler çıkarırlar. Dişilerini de aynı sesle çağırırlar. Genellikle başka hayvanların yuvalarında (onlar dayanabildikleri sürece) barınırlar. Ya da terk edilmiş yuvalarda yaşarlar. Belirli bir aile düzenleri yoktur. Doğumdan sonra ana, baba ve yavruları ayrı yerlere giderler. Toplu olarak yaşamayı da bilmezler ve dış tehlikelere karşı birleştikleri görülmemiştir. Belirli beslenme düzenleri de yoktur. Başka hayvanlarla birlikte yaşarken onların getirdikleri yiyeceklerle geçinirler. Kendi başlarına kaldıkları zaman genellikle yemek yemeyi unuturlar. Bütün huyları taklit esasına dayandığı için, başka hayvanların yemek yediğini görmezlerse, acıktıklarını anlamazlar. (Bu sırada çok zayıf düştükleri için avlanmaları tavsiye edilmez.) İçgüdüleri tam gelişmemiştir. Kendilerini korumayı bilmezler. Fakat – gene taklitçilikleri nedeniyle- başka hayvanların dövüşmesine özenerek kavgaya girdikleri olur.
Şimdiye kadar hiçbir tutunamayanın bir kavgada başka bir hayvanı yendiği görülmemiştir. Bununla birlikte hafızaları da zayıf olduğu için, sık sık kavga ettikleri, bazı tabiat bilginlerince gözlenmiştir. (Aynı bilginler, kavgacı tutunamayanların sayısının gittikçe azaldığını söylemektedirler.) Din kitapları, bu hayvanları yemeyi yasaklamışsa da, gizli olarak avlanmakta ve etleri kaçak olarak satılmaktadır. Tutunamayanları avlamak çok kolaydır. Anlayışlı bakışlarla süzerseniz, hemen yaklaşırlar size. Ondan sonra tutup öldürmek işten bile değildir. İnsanlara zararlı bazı mikroplar taşıdıkları tespit edildiğinden, Belediye Sağlık Müdürlüğü de tutunamayan kesimini yasak etmiştir.
Yemekten sonra insanlarda görülen durgunluk, hafif sıkıntı, sebebi bilinmeyen vicdan azabı ve hiç yoktan kendini suçlama gibi duygulara sebep oldukları, hekimlerce ileri sürülmektedir. Fakat aynı hekimler, tutunamayanların bu mikropları, kasaplık hayvanlara da bulaştırdıklarını ve bu sıkıntıdan kurtulmanın ancak et yemekten vazgeçmekle sağlanabileceğini söylemektedirler. Hayvan terbiyecileri de tutunamayanlarla uzun süre uğraşmış ve bunları sirklerde çalıştırmak istemişlerdir. Fakat bu hayvanların, beceriksizlikleri nedeniyle hiçbir hüner öğrenemediklerini görünce vazgeçmişlerdir. Ayrıca birkaç sirkte halkın karşısına çıkartılan tutunamayanlar, onları güldürmek yerine mahzun etmişlerdir. (Halk gişelere saldırarak parasını geri istemiştir.) Filden sonra, din duygusu en kuvvetli olan hayvan olarak bilinir.
Öldükten sonra cennete gideceği bazı yazarlarca ileri sürülmektedir. Fakat toplu, ye da tek gittikleri her yerde hadise çıkardıkları için, bunun pek mümkün olmayacağı sanılmaktadır. Başları daima öne eğik gezindikleri için, çeşitli engellere takılırlar ve her tarafları yara bere içinde kalır. Onları bu durumda gören bazı yufka yürekli insanlar, tutunamayanları ev hayvanı olarak beslemeyi de denemişlerdir. Fakat insanlar arasında barınmaları -ev düzenine uymamaları nedeniyle- çok zor olmaktadır. Beklenmedik zamanlarda sahiplerine saldırmakta ve evden kovulunca da bir türlü gitmeyi bilmemektedirler.
Evin kapısında günlerce, acıklı sesleriyle bağırarak ev sahibini canından bezdirmektedirler. (Bir keresinde, ev sahibi dayanamayıp kaçmışsa da, tutunamayan, sahibini kovalayarak, gittiği yerde de ona rahat vermemiştir.) Şehirlere yakın yerlerde yaşadıkları için, onları şehrin içinde, çitle çevrili ve yalnız tutunamayanlara mahsus bir parkta oturtarak, sayılarının azalmasını önlemeyi düşünmenin zamanı artık gelmiştir.”
Tutunamayanlar ‘da Oğuz Atay bugüne değin denenmiş yahut denenecek tüm betimleme ağırlıklı tanımların üzerine çıkarak, romanından tüm tutunamayanlara seslenmesi takdire değer ve hayranlıkla okuyabileceğimiz bir roman olduğunu gösteriyor. Daha milyonlarca yazılacak malzeme barındıran roman ve tutunamayanlar yığını bizi derin ve katmanlı bir serüvene yolculuyor…
“Yüzyıllık Yalnızlık” kitap yorumu ilginizi çekebilir.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserlerini Koruma Kanunu Gereği (biriktirdiklerim.com) Site içerisinde yer alan sayfalarda aksi belirtilmediği sürece, site içindeki hiçbir doküman, sayfa, grafik, tasarım unsuru ve diğer unsurlar izin alınmaksızın kopyalanamaz, başka yere taşınamaz, alıntı yapılamaz.
Soft Oğuz Atay- Tututunamayanlar yorumu beklentisiyle açtığım postun bu kadar edebi değer taşıyacağını tahmin etmemiştim. Emeğinize sağlık
Değerli yorumunuz ve kıymetli bakışınız için teşekkür ederim Gözde Hanım??
Öncelikle “OĞUZ ATAY’IN ‘TUTUNAMAYANLAR’ EPİSODE DIALECTIC GİRİFTİ ” ; başlık çok çarpıcı. Hayranlığımı dile getirmeden olmayacak ? Tutunamayanlar beni de etkileyen romanlardan. Şunu görüyorum ki yaptığın bu bağdaştırmaları okuduktan sonra, kitabı yeniden okumak istedim . Tutunamayanlar bu kadar güzel anlatılırdı çok beğendim çok???? Öğrencimdin şimdi sende bir ögretmensin.. Boynuz kulağı geçti. Gurur duyuyorum seninle
Asla boynuz kulaktan üste çıkamaz. Sizin gibi kalbe dokunan insan bile olmak bana gurur verir. Zira siz mertebe ve kalp olarak insanlardan biraz daha üsttesiniz… DEĞERLİ HOCAM. Sevgilerle…