1. Anasayfa
  2. Edebiyat Kafe

Görmeyen Birine Renkleri Anlatmak

Görmeyen Birine Renkleri Anlatmak
1

Sabah kalktı, elini yüzünü dahî yıkamadan çalışma masasının başına geçti. Masanın üzerinde bir tek kedisi eksikti. Okuduğu ve kütüphaneye kaldırmadığı kitaplar, abur cubur paketleri, diş fırçası, kalemleri, kitaplardan aldığı notlar, bilgisayarı… Bilgisayarını masadan çekip aldığı gibi başladı yazmaya. “Aşk, hiç görmeyen birine renkleri anlatmak kadar imkansızdır. ” Afilli bir giriş cümlesi yazmıştı ki annesi fırına gitmesi gerektiğini hatırlattı. Oflaya puflaya üzerine çeki düzen verdi.

Sokağın başında elinde telefon sağa sola mesaj atarken mahallede daha önce gördüğünü hatırlamadığı bir kızı gördü. Eski masallarda geçen prenses karakteri ete kemiğe bürünmüş karşısında ona bakıyordu. Üzerinde mavi renkte, şifon kumaş özelliğine sahip robalı elbisesiyle karşısında üstelik yalnızca gözlerinin içine bakıyorken kime mesaj attığını bile umursamadığı telefonu elinden kaydı. Kızı hatırlamıştı. İlk aşkıydı bu kız onun. Bahsi arkadaşlarına açtığında onlar bu kızın görmediğini, kör olduğunu söylemişti o zamanlar, sonra da kız mahalleden taşınıp gitmişti zaten.

İmkansızlık yerini olabilirliğe bırakmıştı. Kesinlikle tesadüf olamazdı, sabah yazdığı cümleyle bu kızın bir alakası vardı.

Kendine nihayet gelebildiğinde kızın âmâ olduğunu ve dolayısıyla kendisine bakmadığını algılayabildi. Kendine geldi gelmesine ama kız bir adım daha atarsa kızla konuşma şansı kalmayacaktı zîra araba kıza çarpacaktı.

Renkleri tanımadım ki daha…

Hızlı bir öngörüyle kızı kenara çekti.

“İyi misin?”

Kız, daldaki bir yaprak gibi tir tir titriyordu.

“Seni tanıyorum.” dedi. Ölümle yüzleşmişti. Yaşarken yapmak istediği tek şeyi ağzından kaçırdı. “Renkleri tanımadım ki daha.”

Genç adam gülümsedi.

Kızın elinden tuttu, koşar adımlarla portakal bahçelerinin olduğu sokağa getirdi. “Şimdi, derin bir nefes al.”

Kız sualsiz denileni yaptı. “İşte.” dedi ,”Bu koku turuncunun kokusu.”

Az ilerideki parkta bahçıvan çimleri biçiyordu. “Bu da yeşilin kokusu.”

Kızı parkta bir sandalyeye oturttu.

“Şimdi.” dedi, “Renkleri görebileceğini düşün.Bu da mavinin en özgür tonu.”

Kızın yanından hızlıca kalkıp parktaki güllerden birini kopardı.

Gülü tutuşturdu kızın eline. “Lütfen, kokla. İşte bu da kırmızının kokusu.”

Kız birden ağlamaya başladı. Elini kolunu nereye koyacağını bilemiyor, kendi kendine yalnızca sayıklayarak ağlıyordu.

“Demek ki görmeyen birine renkleri anlatmak o kadar da imkansız değilmiş. ” dedi ve afilli cümlesini değiştirmek üzere evine adımladı.

Bu Yazıya Tepkiniz Ne Oldu?
  • 0
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    alk_l_yorum
    Alkışlıyorum
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    d_nceliyim
    Düşünceliyim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    _z_ld_m
    Üzüldüm
  • 0
    _ok_k_zd_m
    Çok Kızdım

Eskinin sağlıkçısı, şimdi ise  Türkçe ögretmen adayı... Yazmaya, okumaya ve yeni bilgilere aşık, şiir ruhlu edebiyat meraklısı...

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir
yağmurdan-sonra

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

Yorumlar (1)

  1. 1 Mart 2020

    Hay’atta ‘imkansız’diye bir şey mi var sanki. İmkansız sadece kalıplı, kirli algımızda, esir alınmış olan izafi benliğimizde… Nazlı’cığım renkleri görebilen yüreğine sağlık.

Bir cevap yazın