Uyumaya çalışırken buldu kendini.Bugün neler olmuştu , hatırlayamadı. Zaten genelde hatırlayamazdı. Doktor hiç hatırlamayacağını söylemişti. Haklıydı. Hastalık beyin hücrelerinde birer birer yıkıma yol açmaktaydı her geçen gün. Sanki hatırlasa … Neyse dedi içinden. Bu dünyada hatırlanmaya değer ne var ki? Yorganı üzerinden attı. Odası soğuktu, camı yine açık unutmuştu. Dışarıyı izlemeye koyuldu.Belki dedi, manzaraya bakarken […]
Uyumaya çalışırken buldu kendini.Bugün neler olmuştu , hatırlayamadı. Zaten genelde hatırlayamazdı. Doktor hiç hatırlamayacağını söylemişti. Haklıydı. Hastalık beyin hücrelerinde birer birer yıkıma yol açmaktaydı her geçen gün. Sanki hatırlasa … Neyse dedi içinden. Bu dünyada hatırlanmaya değer ne var ki? Yorganı üzerinden attı. Odası soğuktu, camı yine açık unutmuştu. Dışarıyı izlemeye koyuldu.Belki dedi, manzaraya bakarken . Yansımaların bu kadar olduğu dünyada hatırlanmaya değer tek şey gerçekti. Gerçek neydi? İşte bir tek onu unutmamıştı. Hepimizin birer yansıması olduğumuz tek gerçek El-VÂRİS’ti, Mâlikü’l-Mülk‘tü. Sadece bu gerçeği hatırlıyordu. Zaten bir süre sonra kendiyle neyi tartıştı onu da unuttu.
Pencereyi kapatacaktı,yapmadı.Uçsuz bucaksız yeşilleri izlemeye koyuldu. Tepede bir yerlerde ışıklar hala yanıyordu. Eline yeni mürekkep doldurduğu zarif dolma kalemini,aklına gelen şiirleri unutmadan yazdığı ve epeyce yıpranmış defteri ,dededen kalma eski radyoyu aldı. Terasa çıkmak istemişti. Merdivenlerin önüne geldi gayriihtiyari. İki katlı bu villa şehrin en güzel yerlerinden birindeydi şüphesiz. Kendi odası dağlara bakıyor,terası hırçın Karadeniz’i izliyordu. Terasa nihayet ulaştığında evi yeni olmasına karşın çok kısa zamanda benimseyişini düşündü.Teras ,odasından da soğuktu. Denizden gelen soğuk rüzgarla içinin ürperdiğini hissetti. Yüzü ve elleri uyuşmuş,karıncalanıyordu. Sanki deniz ona fena sırlarını vermişti de bu nahoş sır karşısında eli ayağı buz kesmişti.
Komşuyu rahatsız etme derdi olmadan bu karanlık gecede radyoyu çalıştırdı. Elindekileri koltuğa bıraktı. Günün geceyle buluştuğu ve gecenin yerine günü bırakacağı bu saatlerde terasta oturmuş ne yapacağını düşünüyordu.
Hasta olduğunu öğrendiği gün ilk yıkılışını ,koltuğa nasıl düştüğünü anımsadı. Zaten ayakta da çok kalamadı.Kendini koltuğa atıverdi.Şimdi radyosu yanında,kalemi elinde ,defteri kucağındaydı. Kendiyle arasında üç bilemedin dört adım bulunan masayı yanına çekmek onun için yüz kiloyu kaldırmak kadar zor geldi. Bu sefer de masasız çalışayım diye hayıflandı. İnsanlar hep masada mı çalışırdı? Masa neden olması gerektiği yerde değildi? Masayı oraya neden koyduğunu şimdilik unutmuştu ama yazdıkça hatırladı. Sevdiği kadınla saatler önce yemek yemişti orada. Gözü terası taradı. Hiç yakılmamış şöminede durakladı. Üzerindeki biblolara gözü kaydı bu sefer.
Hatırlayamadı ne zaman aldığını. Hatırlayamadıkça huzuru kaçtı. Omuzları düştü. Uyuyabilseydi eğer bu kadar üzülmeyecekti. Sevgilisinin küçük filler ve küçük deve heykellerini dizdiğini muhayyile etti. Zafere ulaşmıştı. Sahilde bağıran birilerini duydu,ertesi güne yetiştirmesi gereken ödevleri vardı. Sevgilisinin mavilerinde kaybolur gibi olurdu, deniz ona huzur verirdi. Şimdiyse o mavilerde sanki boğuluyordu. Hastalığını daha fazla ondan saklamamalıydı. Alzheimer denen bu illet dağ gibi adamı yerle yeksan etmişti. Söylese terk edileceğinden korktu. Terk edilse de hatırlamayacaktı. Söylemeye karar verdi.
Doluya koydu olmadı, boşa koydu olmadı.
Bir yerlerde birileriyle aynı şeyleri düşünüyor olabilme ihtimaline sığındı. Ne düşündüğünü hatırlayamadı sonra. Radyoyu açık, defteri boş bıraktı. Oracıkta uykuya dalmıştı.