1) Edebiyat Nedir? Arapçadan dilimize geçen “edep” sözcüğünden türetilen bir kavramdır. İlk defa Şinasi ile günümüzdeki ifadesiyle bir sanatın adı olarak kullanılmıştır. Şinasi’den çok önce nazım ve nesir türündeki eserlere ”şiir” ve ”inşa” ifadeleri kullanılmaktadır. Edebiyat ⇒ Duygu, düşünce, olay ve anlatımların insanlarda estetik duygular hissettirecek bir biçimde, dil ile ifade aracılığıyla,sözlü ve yazılı anlatımını […]
Arapçadan dilimize geçen “edep” sözcüğünden türetilen bir kavramdır. İlk defa Şinasi ile günümüzdeki ifadesiyle bir sanatın adı olarak kullanılmıştır. Şinasi’den çok önce nazım ve nesir türündeki eserlere ”şiir” ve ”inşa” ifadeleri kullanılmaktadır.
Edebiyat
⇒ Duygu, düşünce, olay ve anlatımların insanlarda estetik duygular hissettirecek bir biçimde, dil ile ifade aracılığıyla,
sözlü ve yazılı anlatımını amaç edinen sanat türüdür.
⇒ Duygu, düşünce ve hayallerin söz ve yazı ile estetik biçimde ifade edilmesine “edebiyat” denir.
⇒ Bu sanatın ilkelerini, kurallarını, ürünleri inceleyen bilim dalı da “edebiyat tarihi” adını alır.
⇒ Dille anlatılabilen her türlü duygu, düşünce, hayal, olay, kısacası her şey “edebiyatın konusu” olabilir. Şiir, öykü, roman, deneme, tiyatro gibi edebî türlerle hemen her konu anlatılabilir. edebiyatın konusunu oluşturur.
⇒ Dil ürünlerinde kullanılan üslup, tür (hikaye, roman, deneme, fıkra, makale vb.) “edebiyatın içeriğini” oluşturur. Edebiyata konu olan şeyler, bir bakıma edebiyatın ham maddesidir. Sanatçı, eserinde, bu ham maddeyi kendi anlayışı ve tarzı doğrultusunda zenginleştirir. Ele aldığı konuyu işlerken şiir, öykü, roman, tiyatro, deneme, söyleşi, makale, anı, fıkra türlerinden birini kullanır. Sanatçı bu türler içinde, kendine özgü bir dil ve anlatımla konularını işler. İşte dilin yanı sıra edebî yapıta konu olabilecek her türlü olay, duygu, düşünce ve hayal edebiyatın içeriğini oluşturur.
⇒ Dil ürünlerinin tüm özelliklerinin tarihi akış içinde bilimsel olarak incelenmesi de “edebiyatın yöntemini” oluşturur.
Edebi Eser; Tanımı ve Özellikleri:
⇒ İnsanın duygu ve düşüncelerini; özlem ve dileklerini estetik ölçüler içinde anlatan ve okuyucuda güzellik duygusu yaratan dil ürünlerine “edebî eser” denir.
MAHALLE KAHVESİ
Yazın bu küçük mahalle kahvesinin bahçesine sık sık gittiğim için, karayelin, tipinin çılgınca savrulduğu akşam, içeriye girdiğim zaman yadırganmadım. Kahve sapa bir yerdeydi. Yapraklarını dökmüş iki söğüt ağacı ile üzerinde hala üç dört kuru yaprak sallanan bir asmayı kar öyle işlemişti ki bahar akşamları, yaz geceleri pek sevimli olan bahçenin mora kaçan beyaz bir ışıkla dibinden aydınlık haldeki güzelliğine şöyle bir göz attığım halde, camın kenarına yerleşip de buğuları silince uzun zaman daldım, hem sevdalandım. Bu mor ışık o kadar çabuk koyulaştı ki, kahve daha ışıkları bile yakmamıştı. İnce belli çay bardaklarının en güzelini bırakıp giden kahveci:
—Kışın da güzel değil mi bahçe? dedi.
Bahçedeki mavi boyalı kasımpatılarının üzerine birikmiş karları gösterdi.
—Morukların söylenmeyeceğini bilsem, ışıkları daha yakmazdım ya! dedi. Neredeyse homurdanmaya başlarlar.
Kahve, ışıklarını yakınca dışarıdaki karın ışığı söndü. Sekiz kişi ya var, ya yoktu. Küçük kapağının içinden alevler atarak yanan saç sobanın sağ tarafının neredeyse kıpkırmızı kızaracağını biliyor, bekliyor, bekliyordum. Yanımda tavla oynayanlar vardı. Bir zaman onlara daldım. Ara sıra camı silerek alnımı cama yapıştırıp dışarıyı seyrettim.
Evimden çıkınca ortalığın sessizliğini, bu sessizliğe lapa lapa kar yağdığını görmüş, yürümek hevesine kapılmış; ana caddeleri, arkadaş tesadüflerini, malum kalabalık yolları bırakmış, karın daha tez, daha temiz biriktiği, insanların az geçtiği bir semte gitmek üzere tenha tramvaylara atlamış, buraya gelmiştim. Ama ben gelirken yarım saat içinde hava değişmiş, karayel kudurmuş, lapa lapa yağan kar, küçücük küçücük soğuk darı taneleri halinde kaynaşmaya başlamıştı…
SAİT FAİK ABASIYANIK
Edebi Eser Özellikleri
Dilencinin boynunda asılı bir tabela vardır.
Şair, dilenciye günlük kazancının ne kadar olduğunu sorar. Dilenci “Sekiz dolar” der. Bunun üzerine şair, dilencinin boynuna asılı tabelayı ters çevirerek bir cümle yazar. “Senin kazancını arttıracak bir şeyler karaladım.
Bir hafta sonra yanına geldiğimde bana sonucu söylersin” diye konuşur.
Bir hafta sonra dilencinin yanına uğrayıp kendini tanıtınca, dilenci ona, teşekkür eder. Kazancının ikiye katlandığını söyler.
Şair, “Tabelada ‘Doğuştan körüm, yardım edin’ cümlesi vardı. Bense ‘Bahar gelecek, ama ben yine göremeyeceğim’ diye yazdım” açıklamasını getirir.
Önemli olan, anlatılmak istenen şeyi en iyi şekilde anlatmak olduğuna göre, her şeyin daha iyi anlatılabileceği bir yol vardır. Yeter ki onu bulmaya uygulamaya ve ufkumuzu bu doğrultuda genişletmeye uğraşalım.
SANAT, insanı güzele ve yaratıcılığa ulaştıran bir uğraştır. Edebiyatta bu sanat ve estetik duygulardan ortaya çıkmıştır.
Bir duygu, düşüncenin anlatımında kullanılan yöntemler sonucunda insanda estetik duygular uyandıran yaratıcılığa “sanat” adı verilir. Yaratıcılık sonucunda ortaya çıkan esere de “sanat eseri” denir.
Güzel Sanatların Özellikleri
Edebiyat güzel sanatlar gibi bir dalın yanında beraber oluşan, sanat kuralları ve sanatın ürünüyle doğan bir bilim dalı olarak değerlendirilebilir. Güzel sanatlar, kullanılan malzemeden hareketle belirli başlıklara ayrılır.
Görsel (Plastik) Sanatlar
⇒ Göze hitap eder.
⇒ Maddeye biçim verirler.
⇒ Anı ele alır ve aktarırlar.
İşitsel ( Fonetik) Sanatlar
⇒ Kulağa hitap eder.
⇒ Sesi ve sözü biçimlendirir.
⇒ Zamanın farklı anlarını ele alırlar.
Dramatik (Ritmik) Sanat
⇒ Hareketin biçimlenmesidir.
⇒ Hareket ön plandadır.
⇒ Bir insanı, olayı ya da durumu ele alır.
ZANAAT, insanların maddeye dayanan ihtiyaçlarını karşılamak için yapılan, öğrenimle birlikte deneyim, beceri ve ustalık gerektiren, el emeğine dayanan faaliyetlere ve işlere “zanaat” adı verilir. Belli bir zanaatle uğraşan kişiye de “zanaatkar” ya da “zanaatçı” adı verilir.
⇒ Dokumacılık, terzilik, demircilik, marangozculuk, kuyumculuk,…
⇒ Zanaatkar, maddeyi faydalı olsun diye; güzel sanatlarda eser veren bir sanatçı ise güzel ve özgün olsun diye işler.
⇒ Sanatta yaratıcılık, zanaatta beceri ön plandadır.
⇒ Sanat eseri tektir. Zanaat eserleri ise birbiriyle benzerlik gösterebilir.
Edebiyatın gelişimini ortaya çıkarırken ve bu ürünleri yorumlarken çeşitli farklı bilim dallarıyla ile ilişki kurulur.
⇒ Bilim de edebiyatta insan etkinliğinin bir sonucudur.
⇒ Bilim, doğru nesnel bilgiye ulaşmayı amaçlarken, edebiyat daha öznel ve değişkendir.
⇒ Edebiyat eserinin ortaya çıkış sürecinde sosyoloji, psikoloji, tarih, coğrafya,… gibi bir çok bilimden etkilendiği görülür.
⇒ Bilimde kendi doğrularını ortaya çıkarırken edebiyattan etkilenmektedir.
“Türk Edebiyatı’nın ilk tarihi romanı olma özelliği taşıyan Cezmi, 1880’de ilk kez basılmıştır. Kitap iki cilt olarak düşünülse de ikinci cildi yazılmamıştır. Kitapta, II. Selim döneminde İranlılarla yapılan savaşta yer alan vatansever asker Cezmi’nin başından geçen olaylar anlatılmaktadır. Cezmi yiğit bir sipahi olduğu kadar, aynı zamanda bilgin bir şairdir. Ciritte, atlı sporda ustadır. Namık Kemal Cezmi’yi genç, cesur, vatanını ve milletini her şeyden çok seven bir karakter olarak öne çıkarırken, topluma “herkes vatanı için elinden gelen her şeyi yapmalı, hatta canını bile seve seve vermeli” mesajı vermek ister.”
“Evliya Çelebi “Seyahatnamesi”nden;
Bu Yedikule, Vezir Kantur18 yapısıdır. Kapısı kuzeye dönüktür. İki kat demir büyük kapılardır. Bu kapılardan başka tâ Ahır Kapı’ya varıncaya kadar hesap olunan kapıların yedisi de deniz kıyısında olmakla hepsi doğuya bakar. Bu tarafa lodos rüzgârı ziyade dokunduğundan Bayram Paşa’nın yaptırdığı sağlam yapıları harap etmekle bu saydığımız adımlar dört kaleden adımlanarak hesap olunmuştur ki İbrahim Han zamanındadır. 29.810 adım gelmiştir. Ama Bayram Paşa zamanında dışardan adımladığımızda tam 30.000 adım gelmişti.”
“Bihruz Bey, zengin bir devlet memurunun oğludur. Babasından yüklü miktarda bir miras kalmıştır. Annesiyle birlikte yaşayan Bihruz Bey, yetersiz bir eğitim görmüş, yarım yamalak Fransızca öğrenmiş züppe bir tiptir. O dönemin kibarlık gereğinden saydığı şık faytonuyla Çamlıca’da gezerken gördüğü ve soylu bir aileye mensup olduğunu düşündüğü bir kadına âşık olur. Aslında soylu olmayan bu kadın, Bihruz Bey’in aklını uzun süre meşgul eder. Kadınla ilgili gerçekleri öğrendiğinde küçük düşer. Bu olay çevresinde, o dönemdeki yaşam biçimine de ışık tutan romanda batılılaşmanın yanlış algılanmasının sonuçlarına da dikkat çekilir. Roman, II. Abdülhamit dönemi yenileşme hareketleri çerçevesinde Tanzimat’la birlikte Batı’ya açılan Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan sürecin yanlış özelliklerinin vurgulandığı bir yapıttır. Bihruz Bey ve onun romantik aşkı konu edilmiştir.”
“Eylül adlı romanda Suad ve kocası Sureyya ile Necip arasındaki imkânsız aşk ile Suad’n Necibe duyduğu aşk kocasına karşı duyduğu sadakat arasında kalışı ve Suad’ı intihara sürükleyen çatışmalar işlenmektedir. Kocasının en yakın arkadaşı Necip’e aşık olan Suad ile en yakın arkadaşı Süreyya ‘nın karısına aşık olan Necib’in sadakat, dostluk ve aşkları arasında kalışları; evliliğine ve kocasına karşı çok saygılı olan, fiziki olarak da kocasını aldatmamak için ruhuyla savaşan Suad’ın iç çatışmaları romanın konusunu teşkil eder.Roman ahlaki değerleri, dostluk ve sadakat duyguları ile duygusal yönden ilerleyen ama masumane de olsa bedensel temaslara doğru ilerleyen Necip ve Suad arasındaki aşkın eşine sadık kalmak isteyen Suad ve Necip’in ruhsal çözümlemeleri ve duygularının betimlemeleri romanın içeriğini oluşturmakladır. Evli bir kadının, kocasının yakın arkadaşı olan adama aşık olması, ama kocasına da ihanet etmek istememesi, kadının yaşadığı suçluluk duygusu, bunalımları ve vicdan muhasebesi, bu yasak aşktan kocasının da haberdar olmaması, romanın yazıldığı dönemi de gözler önüne sermesi romana olan ilgiyi arttırmıştır.”
“Realizm ve natüralizm akımlarının etkisiyle eserler yazan Nâbizâde Nâzım’ın Zehra romanı ilk defa Servet-i Fünun dergisinde tefrika edilerek yayımlanmıştır. Zengin bir tüccar olan Şevket Efendi; sinirli, kıskanç ve geçimsiz biri olan kızı Zehra’yı kâtibi Suphi ile evlendirir. Suphi’nin annesi, gelinine yardımcı olsun diye eve Sırrı cemal adında cariye alır. Bunun üzerine kıskançlık krizine giren Zehra, hem kendisinin hem de çevresindekilerin felaketine sebep olan kararlar alır. Romandaki tasvirler Boğaziçi mehtap eğlencelerini, Bulgurlu’nun tabiat güzelliklerini, Beyoğlu eğlence yerlerini, tulumbacıların yangın söndürmesini, Şehzadebaşı’ndaki tiyatroda oynanan oyunu ve seyircileri gözler önüne sermektedir.”