Filozof Ruhlu Şairlerin Şiiri: Rubaiye Dair-1
Abone Ol 

Filozof Ruhlu Şairlerin Şiiri: Rubaiye Dair-1

Rubai, İran edebiyatına ait bir nazım şeklidir ama adı Arapçadır. İran edebiyatında rubai karşılığı “dübeyit” terimi kullanılır. Dörtlüklerle söylemek Türk halk zevkinin eski milli geleneklerinden olduğu için rubainin başlangıcını Eski Türk şiirinde arayanlar da vardır.  Rubai, dört mısradan oluşan kısa ve özlü bir nazım biçimidir. Cumhuriyet döneminde heceyle veya serbest tarzda rubai adı altında şiirler […]

Rubai, İran edebiyatına ait bir nazım şeklidir ama adı Arapçadır. İran edebiyatında rubai karşılığı “dübeyit” terimi kullanılır. Dörtlüklerle söylemek Türk halk zevkinin eski milli geleneklerinden olduğu için rubainin başlangıcını Eski Türk şiirinde arayanlar da vardır. 

Rubai, dört mısradan oluşan kısa ve özlü bir nazım biçimidir. Cumhuriyet döneminde heceyle veya serbest tarzda rubai adı altında şiirler yazanlar bulunsa da rubailer, belirli bir aruz kalıbıyla, “Mef‘ûlü Mefâ‘ilün Mefâ‘îlün Fa‘ “kalıbıyla veya bu kalıbın değişik biçimleriyle yazılır. 

Rubailerde, diğer nazım şekillerinde olduğu gibi tek kalıp kullanma zorunluluğu yoktur. İstenirse rubainin dört dizesi dört ayrı kalıpla söylenebilir. 

Mesela Nabi’nin şu rubaisinde  1. ve 3. dizeler, Mef‘ûlü Mefâ‘ilün Mefâ‘îlün Fa‘; 2. dize, Mef‘ûlü Mefâ‘îlü Mefâ‘îlün Fâ‘; 4. dize, Mef‘ûlü Mefâ‘ilün Mefâ‘îlün Fâ‘ kalıbıyla yazılmış:

Erbâb-ı kemâle rağbet etmez erzâl

Hem-cins olur cinsine lâ-büd meyyâl

Cinsiyyetüñ iktizasıdur kim katre

Âba düşicek habâb ider istikbâl

NÂBÎ

(Rezil kişier, olgun kişilere rağbet etmez. Kendileri gibi rezil kimselere meyilli olurlar. Cinsiyetin gereği bir su damlası da suya düşünce onu kendi gibi olan diğer damlalar karşılar.

Rubaiyi benzer nazım biçimleri tuyuğ, nazım ve kıt’adan ayıran, vezin veya kafiyeleniş farklılığıdır. Rubailerin uyak (kafiye) düzen “a a x a” biçimindedir: 

Söz erleri bî-savt u sadâdır şimdi

Meydândaki fırka jaj-hâdır şimdi

Ol tâ’ife kim rüşveti farz itdi helâl

Anlar kurenâdır vükelâdır şimdi 

ÂSAF

(Şu zamanlarda, söz ustaları susmuş, ses seda kesilmiş; meydanda bulunanlar ise anlamsız ve boş konuşanlardır. Rüşveti helal zanneden grup ise, şimdi ya padişâhın yakınındakiler ya da vekillerdir.) 

İkinci ve dördüncü dizeleri uyaklı diğer dizeleri serbest (x a x a) rubai örnekleri de vardır:

Meydân-ı mahebbette ne tozlar koparır

Binsün biricik semend-i nâza tenhâ

Hakkumda burâk-ı ‘âtifet sürmek içün

İtdüm o şeh-i hüsne üzengi ihdâ

BOSNALI SÂBİT

(Muhabbet meydanında ne tozlar koparan o biricik nazlı ata gizlice binsin. Hakkımda iyilik Burak’ını sürmek için o güzellik sultânı sevgiliye üzengi hediye ettim.)

Dört dizesi birbiriyle uyaklı (a a a a) rubai örneklerine de rastlanır. Bu tür rubailere rubai-yi musarra ya da terâne adı verilir: 

Gördüm seni elden ihtiyârım gitdi    

Bakdım kaddine sabr u karârım gitdi  

Hâk oldum ü her yana gubârım gitdi 

El-kıssa kapıñda i‘tibârım gitdi.        

FUZÛLÎ

(Seni görür görmez iradem elden gitti. Boyuna bakar bakmaz sabır ve kararım gitti. Tozu her tarafa dağılan toprak oldum. Sözün kısası kapında itibârım gitti, bir değerim kalmadı.)

Rubailerde genelde mahlas kullanılmaz. Az da olsa rubaide mahlasını kullanan şairler de olmuştur:

Nâçâr ki mest-i aşk-ı Hayyâm oldum 

Bu çârsû-yı cihanda bed-nâm oldum 

Aşk ile edip rubâîye meyl Fehîm 

Hayyâm-sıfat şöhret-i eyyâm oldum

FEHÎM-İ KADÎM 

(Ne çâre ki Hayyam’ın aşkıyla mest oldum, kendimden geçtim. Bu dünya çarşısında adım kötüye çıktı. Ey Fehim, aşkla rubaiye yönelince bugün Hayyam gibi ün kazandım.) 

Divan edebiyatında her nazım biçiminden veya nazım türünden bir iki örnek vermek bir gelenektir. Bu nedenle mürettep divan sahibi hemen her Divan şairi rubai yazmıştır ancak bu türde zengin bir dünya görüşüne, felsefi bir düşünceye, engin bir tefekküre sahip filozof ruhlu şairler başarılı örnekler verebilmiştir.

Ey şâh-ı cihân bu çarh u eyvân kimin

Îcâd kimin bu lutf u ihsân kimin

Adl eyler iseñ dahi ben olmam me’yûs

‘İsyân benimse afv ü gufrân kimin

ŞEYH GÂLİB

(Ey cihanın şahı! Bu dünya ve köşkler kimin? Îcâd, lütuf ve ihsân kimin? Adâletle davransan bile ümitsizliğe düşmem; isyân benimse de afv ve merhamet kimin?)

‘Âlem ki tamâm nüsha-i hikmetdür

Ma‘nîsini fehm eyleyene cennetdür

Mahrûm-ı şuhûd olanların çeşminde

Zindân-ı belâ çâh-ı gam-ı mihnetdür

NÂBÎ

(Âlemin tümü bir hikmet sayfasıdır. Bu âlem, mânâsını anlayan için cennettir. Bakıp da göremeyenlerin gözünde ise belâ zindanı, gam ve keder kuyusudur.).

Rubailer, mürettep divanların sonunda yer alır, “rubaiyyat” başlığı altında ve redif veya kafiyelerinin son harflerine göre sıralanır.

Bilinen en eski örneklerinden beri rubaî, bir tefekkür şiiridir. Geniş bir düşünceyi, etraflı bir felsefeyi, zengin bir tefekkür heyecanını, duygunun da coşkunluklarıyla birleştirerek yalnız dört dizeye sığdırarak söylemek, rubainin başlıca özelliğidir. Okuyucuyu uyarmak, düşündürmek, aydınlatmak, okuyucuya iyiyi, doğruyu ve güzeli göstermek amacıyla yazılan, dinî, ahlakî öğütler veren didaktik bir şiir türüdür:

Her nâzişi çok şûha niyâz eylemedük

Mihrâb-ı her ebrûya namâz eylemedük

Zîb-i bağal itmedük zer-i kalbümizi

Tâ âteş-i ‘aşkda güdâz eylemedük

ÂGÂH

(Her işveli güzele yalvarıp niyâzda bulunmadık; her kaşı, namaz için mihrap olarak saymadık. Kalbimizin altınını koltuğun (postun) süsü yapmadık; (böylece) aşk ateşinde mahvolmadık.)

Bugün için Divan edebiyatına yönelttiğimiz en önemli eleştiri, dil ve içerik bakımından toplumdan kopuk oluşu, yaşanılan hayatın gerçeklerine ve sorunlarına karşı duyarsız olmasıdır.  Divan Edebiyatı genelde bireysel konuları işler. Sosyal ve siyasi sorunlarla ilgilenmez. Rubai, sosyal konulara da yer veren önemli bir Divan şiiri türüdür:

Eyvâh Vatan gitdi diyânet gitdi

Ümmetdeki ol eski salâbet gitdi

Herkesde fütûr var hükûmetde kusûr

Âhir elimizden koca devlet gitti 

ÂSAF

(Eyvâh! Vatan gitti, din gitti; ümmetteki inanç ve ahlâk üstünlüğünden doğan kuvvet, o eski sağlamlık gitti. Herkeste ümitsizlik, bezginlik, yılgınlık, hükümette ise kusur var; en sonunda elimizden koca devlet gitti.) 

Rubailerde bir anlam yoğunluğu ve düşünce derinliği söz konusudur. Dört dizeyle önemli bir fikri kısa ve özlü söylemek rubainin önemli bir özelliğini oluşturur.

Rubailerde aşk, şarap, dünyanın türlü nimetlerinden yararlanma, hayat felsefesi, hayatın anlamı, tasavvuf ve ölüm konuları işlenir:

Hakkâ ki bu dünyâda bir âdem yoğ-imiş

Var ise de ehl-i dile hem-dem yoğ-imiş

Gam çekme sığın lütûf-ı Hudâ’ya hemîn

Zann eyle ki el-ân yine âlem yoğ-imiş

ÂSAF

(Gerçek şu ki, bu dünyada bir insan yokmuş; varsa da gönül ehline dost olacak kimse yokmuş. Gam çekme Allâh’ın lütfuna hemen sığın; farz et ki halihazırda dünyada kimse yokmuş.)

Rubaide şairin felsefî, derin ve ince bir düşünceyi lirizmden uzaklaşmadan şiirleştirmesi beklenir. Mistik, felsefî, tasavvufî temalar çevresinde az sözle derin ve büyük bir düşünceyi söyleyebilme hüneri rubaide kendini gösterir: 

Ol hilm ü edeble sürh kibrit gibi

Âteş-zen-i fitne olma kibrit gibi

Kibr etme tevâzu‘ et ki der-her dü cihân

Merdûd-ı Hudâdır ehl-i kibr it gibi 

HALEPLİ EDÎB

(Kırmızı kibrit gibi yumuşak ve edepli ol; fitneyi ateşleyen kibrit gibi olma.

Kibirlenmeyip tevazu göster ki, kibir sahipleri it gibi her iki dünyada da Allâh’ın reddettiği kimselerdir.) 

Rubai şairi, bu felsefi dünya algısını yahut bir düşünceyi dört dize sığdırarak ifade etmeye çalışır. Kimi zaman rubailerde yaygın ve basit bir düşünceyle karşılaşılabileceği gibi kimi kez de rubailer, derin yapısında felsefi bir düşünceyi barındırır:

Ser-mest-i müdâm olduğuma subh u mesâ

Ta‘n eyleme Allâh içün ey ehl-i vefâ

Birbirimüzün kanını nûş etmedeyüz

Ben câma kadîm düşmenem câm baña

YENİŞEHİRLİ AVNÎ

(Ey vefâ ehli! Gece gündüz sarhoş olduğuma bakıp Allâh için beni ayıplama. Çok eskiden beri şarap kadehi bana düşman, ben de ona düşmanım. Biz şarap değil aslında birbirimizin kanını içmedeyiz.)

Bazen rubailer, her ne kadar yer yer aşk temi etrafında lirik bir duyguya bağlı görünüşler sergileyen yapıda varlık kazansa da daha çok bir düşünce etrafında şekillenir, bir düşünceyi dile getirir. Aşk temini işleyen rubailerde de lirizmden mahrum değildir: 

Bakmam yüzüne nergis-i fettânıña da

Serv-i kadiñe sîb-i zenahdânıña da

Cânımdan usandırdı beni şîveleriñ

La‘net olsun saña da hüsnüne de ânıña da

OSMAN NEVRES

(Ne yüzüne ne de o fettan gözlerine ne selvi boyuna ne de gümüş çenene (bir daha) bakmam. Nazın beni canımdan usandırdı, sana da güzelliğine de câzibene de lânet olsun.)

Rubailerde, ilk iki dizede asıl söylenmek istenen düşünceye hazırlık yapılır. Bu dizeler manide olduğu gibi asıl konuyla ilgisiz doldurma mısralar değildir. Rubaide Asıl söylenilmek istenen üçüncü ve dördüncü dizelerde söylenir. Özellikle üçüncü dize düşüncenin en güçlü bir şekilde vurgulandığı yerdir:

Gül-zâr-ı cihânda kalmamış bûy-i kerem

Bülbülleri çûn sûret-i tasvîr ebkem

Bir devrde geldük bu fenâ ‘âleme kim

Bir katre içün düşer tîh-i hayrete yemm

GÜFTÎ

(Dünya pazarında şeref kokusu kalmamış, zira (zamanın) bülbülleri (söz ehli) görünüşte dilsiz kesilmişler. Bu kötü dünyaya öyle bir devirde geldik ki bir damla su için güvercin hayret çölüne düşer.) 

Zarif bir eda, veciz bir fikir dünya görüşü, hayat tecrübesi, ahlak anlayışı, yergi (hiciv) ve nükte de en özlü ifade biçimini rubaide bulur: 

Tahvîl-i kulûba inkilâb oldı sebeb

Râh-ı kec-i rüşvete zehâb oldı sebeb

Çok Muhteşem’in kesâd-ı haysiyyetine

Tervîc-i riyâ vü irtikâb oldı sebeb

OSMAN NEVRES

(Kalplerin değişmesine inkılap; rüşvetin kötü yoluna ise altın sebeb oldu. Birçok muhteşemin haysiyetinin elinden gitmesine, ikiyüzlülüğün ve rüşvetin rağbet görmesi sebep oldu). 

Rubailerde söyleyiş güzelliği ve ustalığı büyük önem taşır. Bu nedenle Divan Edebiyatı’nda diğer nazım biçimleri kadar yaygın bir kullanımı yoktur. Ele alınan tema, nükte ya da imge; vezin, kâfiye, redif gibi şiirin dış yapı unsurları çevresinde özenle işlenir ve nazma dönüştürülür: 

‘Ârif o kadar riyâdan âzâde olur

Reng-i ruh-ı zerdden bile sâde olur

Ger ‘aşk saña kıble-nümâdur Âgâh

Sâyende düşüb pâyüñe seccâde olur

 ÂGÂH 

(Ârif, ikiyüzlülükten o kadar uzak olur ki, sarı yanağın renginden bile sâde olur. (Ey)

Âgâh! Eğer aşk sana kıbleyi gösteren bir pusulaysa, o aşk sayende ayağına düşüp seccade olur.)

XVII. yüzyıl Türk edebiyatında rubâînin altın çağı kabul edilebilir. Ziyâ Paşa’nın, “Hâletî evc-i rubâîde uçar ankā gibi/ Olamaz amma ki gazelde Bâk’i ve Yahya gibi” dizelerinde işaret ettiği gibi bu yüzyılda Azmîzâde Hâletî bin kadar rubâîsiyle Türk edebiyatının en çok ve en güzel rubâîlerini yazan şairi olmuştur.

Girdi elime kilid-i gam-hâne-i aşk

Hâkimde çü hırmen oldu her dâne-i aşk

Ser-nâme-i gamda yazdılar unvanım

Dîvâne-i nev-zuhûr-ı vîrâne-i aşk 

AZMİZÂDE HALETİ

(Aşk denen gam evinin kilidi elime geçti. Aşkın her tohumu benim toprağımda harman oldu.  Gam mektubunun başına benim unvanımı “aşkın viranesinde yeni ortaya çıkmış deli” diye yazdılar.)

İran’da rubâînin gerçek üstadı olan Ömer Hayyam gibi Türk şiirinde de Azmîzâde’nin büyüklüğü hem kendi devrinde hem de daha sonraki yüzyıllarda genel bir kabul görmüştür:

Esrârını dil zamân zamân söyler imiş 

Hengâme-i gamda dâstân söyler imiş 

Aşk ehli olup da mihnet-i hicrâna 

Ben sabrederin diyen yalan söyler imiş

AZMİZÂDE HALETİ

Tanzimat edebiyatının ilk şairleri konusunu değiştirerek de olsa gazel, kaside gibi nazım şekillerini kullanmakla beraber rubaiye hiç iltifat etmediler. Aruz ise daha uzun zaman hakimiyetini devam ettirdi. Tanzimattan sonra Divan tarzına devam ettiren şairler arasında Yenişehirli Avni, Hersekli Arif Hikmet Leskofçalı Galip gibi şairler rubai yazmaya devam ettiler

Mecnûn ki “La ilahe illa!” der idi 

Teklif-i visal eyleseler la der idi 

Şol mertebe meftûn idi Leyla’sına kim 

Mevlâ diyecek mahalde Leyla der idi

YENİŞEHİRLİ AVNİ

(Mecnun “La ilahe illa (…dan başka ilah yoktur)” diyordu. Leyla’ya kavuşma teklif ettiklerinde ise “la (hayır)! diyordu. Leyla’ya o derece tutkun idi ki, bazen şaşırıp “Mevla” diyeceği yerde “Leyla” deyiveriyordu.)

Rubainin Cumhuriyet Dönemi Türk şiirindeki örneklerini de bir başka yazımızda ele alırız.

Kaynaklar: Recai Kapusuzoğlu, Arif Nihat Asya’nın Rubaileri, AÜ. DTCF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Lisans Tezi, 1980)

http://www.recaikapusuzoglu.com/ders-405

http://www.recaikapusuzoglu.com/ders-365

Mehmet Sait Çalka, Klasik Türk Şiirinde Rubâî

RECAİ KAPUSUZOĞLU

Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM