Bir Haymatlosun Sancıları (Bölüm-2)
  • Facebook
  • Twitter
  • 9 Aralık 2020
  • 0
  • 182
  • 1 Yıldız2 Yıldız3 Yıldız4 Yıldız5 Yıldız
    1 Kişi oy verdi
    Ortalama puan: 5,00.
    Bu yazıya oy vermek ister misiniz?
    Loading...
  • +
  • -
Abone Ol 

Bir Haymatlosun Sancıları (Bölüm-2)

Bir Haymatlosun Sancıları Bölüm I okumak için tıklayınız. 2.BÖLÜM Sabah yüzüme güneşin yakıcı ışıkları vurduğunda istemeyerek de olsa uyandım. Gecenin içinden süzülen bir fener ışığı gibi perdenin açık aralığından kendisine yol bulup yüzüme kadar dokunmuştu. Bu uyandırma çabasına birkaç küfür savurup, elimi ışığa siper ederek doğruldum. Gece yaşadıklarımı hatırladığımda bunların rüya mı gerçek mi olduğunu […]

Bir Haymatlosun Sancıları Bölüm I okumak için tıklayınız.

2.BÖLÜM

Sabah yüzüme güneşin yakıcı ışıkları vurduğunda istemeyerek de olsa uyandım. Gecenin içinden süzülen bir fener ışığı gibi perdenin açık aralığından kendisine yol bulup yüzüme kadar dokunmuştu. Bu uyandırma çabasına birkaç küfür savurup, elimi ışığa siper ederek doğruldum.

Gece yaşadıklarımı hatırladığımda bunların rüya mı gerçek mi olduğunu ayırt etmeye çalışıyordum. Tam o sırada kanepenin önünde duran orta sehpada cüzdanım ve altındaki not gözüme çarptı.

NOT:

“Kimsin bilmiyorum. Dün gece beni alıp buraya getirdiğini az çok hatırladım. Eşyalarımı gece oturduğum barda unutmuş olmalıyım bu yüzden cüzdanından para almam gerekti. Özür dilerim. Alıp beni buraya getirmesen de bu sabah yine yaşıyor olurdum. Fakat sen benim iyi insanlara olan inançlarımı biraz olsun yeşerttin.Bunun için teşekkür ederim Hoşca kal…”

Birkaç kez yeniden okudum. Hiçbir isim yazmamıştı notun sonuna. En azından ismini yazmış olsaydı yatağımda uyuyan bu kadın hakkında bir düşüncem olurdu. İsmini bile bilmediğim bir kadın sıcak yatağımda uyumuş sabah da bir miktar parayla kayıplara karışmıştı. Sesli bir şekilde “Kendin kaşındın aslanım. Bak bakalım ne kadar çarpmış cüzdandan!” diyerek kahkaha attım. Cüzdanı kontrol ettiğimde korkulacak bir şey olmadığını gördüm. Yüz lira kadar taksi parası almıştı anlaşılan. Odayı kontrol etme gereği bile duymadım. Duşa giderken kapıdan gördüğüm kadarıyla yatağımı da düzeltmişti.

Haftalar birbirini kovalarken ben her hafta sonu yaptığım gibi Feşmekan’da oturup başım dönene kadar içiyordum. Kimseyle gitmezdim içmeye. Sarhoş olmalarından korkardım. Çünkü zor işti sarhoşla uğraşmak. Hem kendimden başkasıyla nasıl sohbet edebilirdim ki? Kafamın içindeki karşıt düşünceler çok güzel sohbet ediyordu zaten. Ama yine de bu düşünceler bir eksiklik olduğunu sık sık hatırlatıyordu bana. Yalnızlığa aşıktım fakat karşımda tek vücut olduğum biri olsaydı yine yalnız olmuş sayılmaz mıydım? İşte bunun eksikliğiyle kafamda düşünceler birbirini kovalıyor, bir yandan “Ne gerek var başkasına, kendini sev!” diyordum, bir yandan da “Nereye kadar bu yalnızlık? Birine emek ver, düş birinin peşine, sen emek etmezsen kimse çıkarmaz seni bu kör kuyudan!” diyordum iç sesimi konuşturarak.

Bedenim yirmi yedi yaşında olabilir, fakat ruhum sekseninden gün almıştı.

“Yeter bu kadar yaşamak, yeter insanlara karıştığın. Boş yere harcanmaların yeter aslanım. Kendi kabuğuna çekil ve öleceğin güne kadar sadece yaşa. Mutlu olmayı bekleme, huzur sana yeter!” İç sesim sürekli kendime öğütler veriyordu. İçtiğim zaman susturabiliyordum onu. Hayatın tadını biraz olsun alabiliyordum. Şarkılar söyleyerek gidiyordum evime hatta utanmasam sokaklarda seke seke şarkılar söyleyecek oluyordum. Ne güzel şeydi damarındaki kana biraz alkol karışması.

Afrodit’in yolladığı meleğin cüzdanımı karıştırmasının üzerinden altı hafta kadar geçmişti. O gün işin yoğunluğundan hiç akşam olmayacak gibi hissetmiştim. Kendimi zor atmıştım Feşmekan’a. Ertesi gün işe gitmeyecek olmanın verdiği yetkiye dayanarak alkolün kapısını aralayacaktım yine. En büyük ödülüm buraya gelmekti sanırım. Saatlerce oturup etrafımdaki insanları izlerdim. Gülenler, daha da abartıp kahkaha atanlar, birbirine sarılanlar,kadeh tokuşturanlar,fazla içip bira şişesini devirenler,müzik grubunun çaldığı değişik şarkılar…. Hepsi bir ahenk içinde bana “Hayat devam ediyor” diyordu. Acısıyla tatlısıyla hayat devam ediyordu evet. Oraya gitmek ruhumu şarj etmekti benim için.

O gün fazla yorulduğum için iki bira kadar erken kalktım. Taksiye binmeden tekele uğrayıp bu iki birayı poşete koyarak evin yolunu tuttum. Evde içmek daha dinlendirici olacaktı. Sızıp kalacaktım iki bira sonra.

Ahmet Kaya-Yakamoz söyleyerek merdivenleri birer birer adımlıyordum. Sırtımı iyice kamburlaştırmış, başımı öne eğmiş ayaklarımı izliyordum düşmemek için. Sadece yalnız kaldığımda kamburlaşırdı sırtım. İnsanların içerisine karıştığımda dik durmaya özen gösterirdim. Güçlü görünmeliydim sonuçta. “Yıkılmadım” demenin eylemsel haliydi bu benim için. Göğsümü gere gere yürürdüm. İki metreye yaklaşan boyumla birleşince bu duruş, herkes yol verirdi sağolsun.

Üçüncü kata vardığımda başımı yerden hiç kaldırmadan anahtarımı aramaya koyuldum. Bir yandan da şarkıyı mırıldanıyordum “Bırak ay gitsin sen kal bu gece..” Anahtarı bulduğum sırada şarkıya ara verdim. Tam o sırada yukarı devam eden merdivenlerin başından bir ses girdi  şarkıya; “Umudumsun sen..”

Onur Demir / Bir Haymatlosun Sancıları

Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM