Kapılar
  • Facebook
  • Twitter
  • 12 Kasım 2020
  • 0
  • 313
  • 1 Yıldız2 Yıldız3 Yıldız4 Yıldız5 Yıldız
    3 Kişi oy verdi
    Ortalama puan: 3,67.
    Bu yazıya oy vermek ister misiniz?
    Loading...
  • +
  • -
Abone Ol 

Kapılar

Kapı açılır, sen yeter ki vurmayı bil! Ne zaman, bilmem! Yeter ki o kapıda durmayı bil!    Mevlana Celaleddin Rumi Dilerseniz aşağıda öyküyü okuyabilir, dilerseniz linkten dinleyelebilirsiniz. Attığım adım ile taş merdivenin altı boşalmış basamağı, sendelememe neden olmuştu. Bir sonraki basamağa daha dikkatli bastım. Kim bilir kaç yıllıktı bu eski taş merdivenler. Kimler yürümüştü üzerinde… Belki koşarak çıkmıştı, belki benim […]

Kapı açılır, sen yeter ki vurmayı bil!

Ne zaman, bilmem! Yeter ki o kapıda durmayı bil!   

Mevlana Celaleddin Rumi

Dilerseniz aşağıda öyküyü okuyabilir, dilerseniz linkten dinleyelebilirsiniz.

Attığım adım ile taş merdivenin altı boşalmış basamağı, sendelememe neden olmuştu. Bir sonraki basamağa daha dikkatli bastım. Kim bilir kaç yıllıktı bu eski taş merdivenler. Kimler yürümüştü üzerinde… Belki koşarak çıkmıştı, belki benim gibi ağır ağır adımlamıştı. Bu kadar dar bir sokak hiç görmemiştim. Merdivenin iki yanında yükselen taş binaların küf kokusu, zaman tünelinde olduğum hissini yaşatıyordu. Adım adım merdivenlerden çıkarken duvara yaslanan elim, taşın neminden ıslanmış garip bir hüznün içime çökmesine neden olmuştu. Sabah olmak üzereydi. Ruhum ise hala gecenin alaca karanlığının içindeydi. Sayamadığım kadar çok basamakların nihayet sonuncusuna gelmiştim. Elimdeki kağıda tekrar baktım, sokak adı doğruydu. Sağa kıvrılan dar sokaktan yürümeye devam ettim. 

Gün yavaş yavaş aydınlanmaya yüz tutmuştu. Sokağın sonundaki evin kapı numarasına baktım. No: 99 yazıyordu. Doğru adreste olduğumu anladım ve derin bir oh çektim. Dış duvarın devasa kapısında asılı duran pirinç kulpu vurmaya başladım.  Tak tak tak! Kapı gıcırdaya gıcırdaya açıldı. Gözlerimin önüne serilen bahçenin hiç bu kadar büyük olacağını hayal etmemiştim. Dev kapı arkamdan kendiliğinden kapanırken çıkardığı ses, kalbimin yerinden çıkacak gibi hoplamasına neden olmuştu. Derin bir nefes aldım. Geri mi dönsem diye bir anda içimden gelip geçen düşünceyi kenara attım. Yavaş yavaş üzerine sabah çiği düşen taşlarla gelişi güzel döşenmiş zeminde ilerlemeye başladım. Taşların arasından çıkan otlara, minik çiçeklere basmamaya çalışarak karşımda ki yapıya doğru yürüdüm. Bahçedeki ağaçlara, toprağa, yerdeki otlara düşen çiğ taneleri, ferahlatıcı bir koku yayıyordu. Durdum ve yüzümü gökyüzüne çevirdim. Burnumun ucuna bir çiğ damlası düşüverdi. Nedense içime bir sevinç ve huzur dalgası yayılmıştı. Karşımda duran taştan örülmüş binanın pencerelerinden ışıklar sızmaya başlamıştı.

Gün tam ağarmamıştı. Kimseyi uyandırmak zorunda kalmayacağımı düşünerek sevindim, tam zamanında gelmiştim. Binanın kapısına doğru yaklaşınca, kapı açıldı.  Ayakkabılarımı çıkarttım içeriye adım attım. Kimseler yoktu ortada. İkinci bir adımı atmadan durdum, içeriyi incelemeye başladım. Burnuma gelen buhur kokusu nefesimi açmıştı. Yerde bin bir rengin ve desenin işlendiği kilim, büyük giriş holü komple kaplamıştı. Duvarlar, kilimin desenleri ile bütünlük sağlayan göz alıcı çinilerle döşenmişti. Kafamı binanın tavanına çevirdiğimde ağzım açık kalmıştı.

19 kubbeden oluşan tavan da, her kubbenin de kendi içinde 19 camdan gözünün bulunması ve günün ilk ışıklarının bu gözlerden içeriye süzülmesi harikulade bir görsellik yaşatıyordu. Holden yavaş yavaş yürüdüm ve kapısız bir kemerden geçtim. Girdiğim bölüme açılan başka bir hole girmiştim. Adımımı atar atmaz nefesim kesilmişti.  Daire şeklinde, hiçbir sütunun desteklemediği sadece birbiri ardına kapıların olduğu bu bölüme hol demek yanlış olur, devasa bir salondu. Kapılar kapalı ve ortada kimseler yoktu. Bir süre sessizce bekledim. Beklerken kapıları saydım. Doksan dokuz kapı sağ yanımdan başlayarak yan yana dizilmiş ve sol yanımda bitiyor tam bir daire oluşturuyordu. Baş döndürücü bir mimariydi.

Her kapının diğer kapıya benzemeyen işlemeler ve işçilik ile yapılması, içeriye girdiğim de başka bir evrende olduğum hissini yaşatmıştı.  Sadece ben varmışım gibi sessizlik hakimdi. Ürkütmedi hiç, tam tersi garip bir huzur içindeydim. Bir süre ne yapmam gerektiğini bilemedim, kalakaldım. Sabah ezanın sesi yankılandı dışarıda. Ses, salonun her yerinde dolaşırken sanki yükseliyor ve beni çağırıyordu. Huşu içinde dinledim. Abdest alacağım bir çeşme nerede bulacaktım. Teyemmüm ederek abdest aldım. Kıblenin yönünü de bu yapıda bilmem pek mümkün değildi. Salonun tam merkezine, tam ortasına geldim ve kalbimden kıbleme durduğuma niyet ettim. Namazımı bitirdim. Kalkarken, yüksek sesle ilk defa tam kalbimden gelerek tane tane vurgulayarak besmele çektim.

Besmele çekmem ile tüm kapıların aynı anda tek bir ritimle vurulduğunu duydum.  Güm güm güm!  Şimdi kalbimdeki heyecanda bu sese eşlik etmeye başlamıştı. Konuşacağım birini aradım, seslendim.

Kimse yok mu? Derin bir sessizlik. Tekrar seslendim, çıt çıkmıyordu.  Bu sefer daha yüksek sesle besmele çektim. Kapılardan gelen ses tesadüf müydü değil miydi anlamak istiyordum. Besmeleme başlamam ile bitirmem süresince bu sefer ilk kapıdan başlayarak son kapıya kadar ardı ardına teker teker güm güm güm! Sesleri bir ritim oluşturmuştu. Nefesim kesilmek üzereydi sanki…

Durdum, tüm ciğerlerimi dolduracak şekilde derin bir nefes aldım, Hayy!

Bir kapı yavaşça aralanıverdi. Heyecandan bir an başım döndü. Yavaş yavaş kapıya doğru ilerledim. Adımımı içeriye attım. Aman Yarabbi! Aralanan kapıdan adım atmam ile içeride binbir tınıda Hayy! Seslerini yavaş yavaş duymaya başlamam bir oldu. İçeride ilk başta karanlık vardı. Her Hayy! Sesi ile bir ışık yanıp sönüyor içeriyi aydınlatıyordu. Girdiğim kapının tam karşısında yanıp sönen ışıklar sayesinde, yüksekliğini algılayamadığım daha büyük bir kapıyı seçer oldum. Ona doğru adım atmaya çalıştım ama ilerleyemiyordum. Bende içerideki farklı tınıda ki sesler ile Hayy! Demeye başladım. Her Hayy deyişim ve eşlik edişimle içerisinin aydınlığı artmaya başladı. Uçsuz bucaksız kapının üzerinde beliren yazıları seçebiliyordum artık.

Hayy! Daima diri olan, her şeye hayat ve can veren, sonsuz, sınırsız bir hayatın sahibi olan, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten, gerçek hayat sahibi Allah.

Defalarca Hayy, diyerek tekrar ettim. Sadece kalbim ve ortam aydınlanıyor fakat kapıya yaklaşamıyordum. Kapının nasıl açılacağını ise bilmiyordum. Dakikalarca, nefesim kesilene kadar Hayy zikri çektim. Ama kalbimin ferahlanması ve diğer kapıyı görmekten öteye gidemiyordum. Arkamı dönmeden, geri geri çıktım. Kapı bir anda kapandı.

Doksan dokuz kapının bulunduğu daire şeklindeki alanda bir başıma kalmıştım yine. Ne yaşadığımı niye yaşadığımı öğrenme konusunda o kadar sabırsızlanıyordum ki, ta içimden Es-Sabır dedim.

Bir kapı tekrar aralandı. İçeride aynı karanlık vardı. Ve diğerinden farklı tınılarda Es-Sabur sesleri yankılanmaya başladı. Ortam yine aydınlanıyor ışıl ışıl oluyordu. Bende Es-Sabur demeye başlamam ile ucunu bucağını göremeyeceğim diğer kapıyı seçer olmaya başladım.  Üzerinde tarif edemeyeceğim işlemede Allah Çok Sabırlıdır yazısını okuyabiliyordum. Defalarca zikrettim, kalbim ve ortam aydınlanıyor fakat kapıya yaklaşamıyordum. Yine geri geri çıktım.

Daire şeklinde olan doksan dokuz kapının tam merkezindeki noktaya geldim. Yere oturdum. Ellerime açtım ağlayarak dua etmeye başladım. Bu yaşadıklarımın sebebini, kapıya yaklaşabilmenin ve kapının ardını görebilmenin sırrını talep ettim. Saatlerce gözyaşları içinde dua ettim.

Arkamdan gelen ayak sesleri ile içimi sevinç kapladı. Ama heyecandan yerimden kalkamıyor, kafamı çeviremiyordum. Hatta gözlerimi dahi açamıyordum. Yanımdan geçip birinin tam karşıma oturduğunu hissettim. Yavaş yavaş gözlerimi araladım. Benim yaşlarımda olduğunu tahmin ettiğim, benim gibi modern ve güzel giyimli biri tam karşımda oturuyordu. Maneviyatın lezzetli şerbetini içtiğim bu anlarda, karşımda aksakallı bir dervişi göreceğimi zannederken, kıyafeti aynı benim gibi biri karşıma oturmuştu. Kafamı yüzüne doğur yavaş yavaş kaldırdım. Fakat yükselmeye başlayan güneş ışıklarının kubbeden girişi ile yüzüne vuran ışıktan ve benim gözyaşlarımın buğusunun ışığı kırmasından dolayı hiçbir şey seçemiyordum.

Hoş geldin dedi, kısık bir ses ile. Heyecandan hoş bulduk diyemedim, sesim çıkmadı. Duydum ki nihayet kapıları fark etmişsin ve açmak istemişsin.

Sadece başımı sallayabildim, gözyaşlarım dizlerimin üzerindeki ellerime pıt diye damlayıverdi.

Hayy ve Sabır kapısını görmüşsün. Zikrini tekrar etmişsin. Kapıyı vurmuş, seninle aynı anda zikreden yaradılmışlarla bir olmuşsun ve kalbini aydınlatmışsın ne güzel dedi.

Ama kapı açılmadı dedim. Hıçkırık gibi kesik kesik çıktı sesim.

Açılmalı mıydı dedi?

O kapının açılması için ömrümün sonuna kadar tekrar edebilirdim, dedim.

Kapıya vurmuşsun anladım, dedi. Kilitli bir kapıya ömrünün sonuna kadar vursan ne olur ki?  İçeride ki vurduğunu bilir, buyur gel içeri der. Kapı kendiliğinden açılmaz. Anahtarı aramak aklına gelmez mi? Sen vurursun, o buyur dedikçe,  sen yine vurmaya devam edersin.  Anahtar nerede diye hiç merak etmez misin?

Ne olur anahtarı nerede söyle, nasıl bulurum? Gerekirse ömrümü adarım, dedim.

Anahtar kendi içinde, dedi.

Nasıl yani? Dedim.

Es-Sabur dersin, anahtar Es-Sabur’un içinde. Derman dediğin her şey derdin içinde olduğu gibi, sırrı da kendi içinde dedi. Bu doksan dokuz kapı var ya, hepsi senin içinde… Ama hepsi kapalı. Allah’ın Esmalarıdır. Doğduğun an özüne hepsi üflenmiştir. Seni halife yapan, şerefli yapan, insan yapan kapıların… İçinde öylece kapalı durur. Açıp içinden geçmeden ulaşamazsın.

Dediklerini anlamaya çalışıyordum. Ben zaten sürekli zikrediyorum, dedim.

Yani kapıyı vuruyorsun, dedi. Açılmıyor değil mi? Hakk kelamı ile buyur sesini duyduğun için içini huzur kaplıyor. Ama kapıdan geçemiyorsun.

Peki, nasıl geçeceğim?

Sabırlı olacaksın. Esmayı bilip onun halifesi sabredeceksin. Halifesi olmak için benzemeye çalışmak lazım. Ama her şeye sabredeceksin. İşte o zaman anahtarı bulacaksın. Bulduğun an kapı aralanacak.  Diğer kapılarda aynı şekilde açılacak. El-Alim mesela. İlmini arayacak idrak edecek ve onu Hakk yolunda kullanacaksın.  Er-Rahman kapısı mesela… Sen sonsuza kadar Er-Rahman diye seslensen bile açılır mı? Merhametli olup, tüm yarattıklarına Hakk yolunda hizmet edersen ancak anahtarı verilir.

Her kapı kendi anahtarını, hizmetinden sonra bahşeder. Yani her esmayı, kendi ruhunda ve yaşantında çalıştırıp açığa çıkartırsan, sana üflenen esma harekete geçer ve halife olan insan konumuna geçersin. Açığa çıkartmak için çalışmalarında, kapılar sırlıdır büyük hizmet orduları vardır, sana yardım ederler şaşırıp kalırsın. Hem manevi dünyadan güçlü ordular, hem yaşadığın dünyadan kalbi Hakka doğru yola çıkmış olanlar ile iş görürsün. Kapının anahtarını hem kendin bulursun hem senin gibi arayanlar bulur. İşte, işin sırrı burada…

Bu dünya kapısı elbet kapanacak. Yeni yaşantı boyutunda bu kapıların senin geçişin olacak derler. Sana verilmiş kapıları hiç açmaya çalışmadıysan, sadece vurduysan, tüm kapılar üzerine kapalı kalmış olmaz mı? Nereden sonsuz yaşantına yol alacaksın? Çıkışın nereden olacak?

Hepsini açma yeteneğimiz var mı dedim? Bugüne kadar birini bile açmayı idrak edememişken…

Sesinden gülümsediğini hissettim. Sen bir kaçını aç yeter ki… Zaten birbirine bağlanır geçiş yolları. Sonsuz hayatına en azından bir geçiş kapın olsun yeter ki. Hepsini açabilen kamil insandır. Zaten kapıların hepsi açılınca kamil insan boyutuna geçersin, ne sen kalır, ne bedenin, ne nefsin. İşte o zaman Hakkın istediği insan tanımına uyarsın ama zordur. Zahmetsiz rahmet olmaz derler. Ama Allah kullarını bilir, çok merhametlidir belki açtığın birkaç kapıdan mükafatlandırıverir.  Biz bilmeyiz sadece duasını edebiliriz, ondan isteriz. Niyetimizi bile kabul eder belki. Kim bilir? Gaybı sadece Allah bilir.

Beni uyandırdığı için, idrakimi açtığı için eline sarılmak istedim. Sağ elimle eline uzandım, elini tuttum. Fakat tuttuğum, kendi sol elimdi. Elini sıktım, kendi elimde aynı hissi yaşıyordum. Yavaş yavaş kafamı kaldırdım. Kendi yüzüm ile karşılaştım. İdrak kendimden kendime, özümden özüme olmuştu. Eli daha da sıktım. O kadar sıkmışım ki, acısıyla bir anda irkilerek uyandım.

Elimde tesbih ile Er-Rahman zikri çekerken uyuyakaldığımı fark ettim.  Yüksek sesle çekmeye başladım, daha yüksek sesle, daha da yüksek sesle. Kapıyı çalıyor, içeriden buyur sesini duyduğumu hissetmeye çalışıyordum. Kalbim huzurla doldu. Şimdi sıra anahtarı bulmaya gelmişti. Hemen kalktım, camıma kuşlar için bir kap su ve bulgur koydum. Ne zamandır sulamayı unuttuğum çiçeğime öpe koklaya su döktüm. Telefona sarılıp yaşlı, hasta ne kadar tanıdığım var ise halini hatırını sordum. Sosyal medyamı açarak ilk aklıma gelen şehrin sosyal hizmetler numarasını buldum. Kimsesiz çocukları mutlu edecek hediyeleri kendilerine gönderecek dostlarıma mesaj attım. Bismillah dedim, ilk esmamı çalıştırmaya. Niyetim ile içimde ki tüm kapılar kalbimle birlikte çalmaya başladı Güm Güm Güm! 

Açabilir miyim? Bilemem. Ama ben sürekli çalmaya ve anahtarlarını aramaya niyet ettim. Bir gün dünya kapısı yüzüme kapandığında, bir anda karanlıkta kalmamak adına, en azından açık birkaç kapımın bulunması için zamanımın olmasını niyaz ettim. Çok geç kalmayalım ve başka kapılarda durmayalım derim.

Aşk ile Hû

Neşe UYGUN / Kapılar

Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM