Eşinin ameliyatı ve uzun süren nekahet dönemi derken kısa ziyaretimizdışında yüz yüze görüşememiştik Şevval’le. Telefonla konuşmalarımız ev halkı tarafından sık sık bölündüğü için pek haz almıyorduk konuşmaktan doğrusu… “Eda, ilaç saatim geçti kızım. Bırak şu telefonu elinden, haydi!” “Hay şu telefonu icat edenin…” “Hatun! Bir bardak çay koyacaksın diye bekliyorum bir saattir. Ooo! Kimediyorum ben?” […]
Eşinin ameliyatı ve uzun süren nekahet dönemi derken kısa ziyaretimiz
dışında yüz yüze görüşememiştik Şevval’le. Telefonla konuşmalarımız ev halkı tarafından sık sık bölündüğü için pek haz almıyorduk konuşmaktan doğrusu…
“Eda, ilaç saatim geçti kızım. Bırak şu telefonu elinden, haydi!”
“Hay şu telefonu icat edenin…”
“Hatun! Bir bardak çay koyacaksın diye bekliyorum bir saattir. Ooo! Kime
diyorum ben?”
“Anneee! Karnım çok acıktı. Karışık bir tost yapsan da yesek, tontonum!”
Meğerse Şevval tüm izinlerini alıp tatile çıkmış. İkimize de temizliğe gelen
Kiraz Hanım’dan aldım haberini. Epey dertleşmişler. Rölantiye alınmış
yaşamlarını biraz olsun hareketlendirmeye karar verip düzülmüşler yola…
Ekarte, piket partileri yaptığımız ılık gölgeli saatlerde ortaklığından ve
dostluğundan vazgeçemediğim Şevval sık sık aklıma düşüyor, yaşama telaşıyla epeydir arayamıyordum. Gerçi beş altı kez arayıp ulaşamamıştım, gönderdiğim iletileri de cevapsız bırakmıştı hayırsız…
Acayip tabiatlı bir kızdır Şevval. Haksızlık ve olumsuzluklar karşısında
aniden bastıran yaz yağmuru gibi önce yüzü bulutlanır, sert esen rüzgârlar gibi delilenir. Çakan şimşeklerle elektriklenen ortamda sesi iyice çatallaşır, son söyleyeceğini ilk önce söyleyerek konuşmalara mim koyar. Sonra da güneşi duvaklayan bulutların birdenbire çekilivermesiyle oluşan tayfın sıcacık renkleri gibi dingin bir ruh hâline bürünür. İçine sıkıntı atmaz, kafasına hiçbir şey takmaz. O yüzden düşünceleri ne beynini kemirir ne de ruhunu. Bitmek bilmeyen enerji ve neşesiyle; ajans çalışanlarının gözbebeği, metin yazarı, Şevvalimizdir o…
Körüklenen merakıma yenik düşüp yorgun bir el darbesiyle numarasını
tuşladım. Uzun uzun çalan telefonu tam kapatmak üzereydim ki muhabbet dolu bir sesle yanıt verdi.
“Canım merhaba. Nasılsın, nerelerdesiniz? Beyefendi, çocuklar nasıllar?
Beni nasıl habersiz bırakırsın vefasız arkadaşım benim?” diyerek sitem dolu kelimelerimi arka arkaya sıraladım.
“Şekerim hepimiz iyiyiz, dağdan düze indik şükür. Al birini vur ötekine!
Reklamlarına kanıp numaramızı başka operatöre taşımıştık ya. Hay, elimiz
kırılsaydı da taşımasaydık! Her yerden çekmiyormuş meret, o yüzden kimseyle bağlantı kuramadık. Ayrıca aç kapa… Aç kapa… Yoruldum çok… Ben şimdi tatil mi yaptım Allah aşkına?”
“Nasıl yani, neyi açıp kapattın anlayamadım? Ha, demek ki yıllar önce
armatür reklamında kendini anlatmışsın ilahi Şevvalciğim. Hah hah ha! Anlaşılan uzun tatile alışkın olmadığın için alerji yapmış bünyene.”
“Canikom, şunu bir baştan anlatsana. Nedir seni bu kadar yoran?”
“Bedava dakikalarını bitirecek kadar uzun anlatacaklarım, onu peşin peşin
söyleyeyim de.”
“Tatlım, senden kıymetli mi? Bak şimdi meraklandım. Hadi, anlat dinliyorum seni.”
“Hayri’nin doktoru girdi kanımıza. ‘Temiz hava, bol gıda seni hemen kendine getirir!’ demişti. Sırf bu yüzden yedi sekiz yıldır adım atmadığımız dağ evine gidelim diye ayaklandık. Önceden haber verdiğimiz için evi birazcık temizleyip ısıtmışlar. Benim titizliğim meşhurdur bilirsin… Evin her tarafını şartlayacağım diye canım çıktı bir hafta, zaten kalacağımız bir ay. Yorgunluğum daha Ankara’dayken başlamıştı bak unuttum söylemeyi. Bavulları yap, arkaya çamaşır, bulaşık, çöp bırakma… Buzdolabını boşalt sil, battaniye, hırka, kitap dergi al. Derken yorgun argın düştük yola. Mola vere vere nihayet ulaştık dağ evine.
Odundu, çıraydı, sobaydı, elde yıkanan bulaşıktı… Hayri’nin yemeğiydi derken yani adına, ‘tatil’ dedikleri insanın kamburunu çıkartan koskoca bir ay geçiverdi. Hayda! Şimdi de dönüş zamanı! Daha öbürünün yorgunluğunu üzerimden atamadan yine aynı terane…
Kapattığım ikinci evden nihayet ayrılıp döne döne, kıvrıla kıvrıla yolları
tüketerek yazlığa ulaştık. Birkaç yazdır gidemiyorduk tatil köyüne malum. Daha bahçeye adım atmadan sıkıldı canımız. Hizmetlerinin karşılığını her ay alan sevgili bahçıvanımız ne gülleri budamış ne de ağaçları. Hele o çimlerin mısır püskülü gibi uzamış cansız cılız hâlleri… Diğer bahçelerde çalışırken gördü geldiğimizi. Ezik, büzük koşarak geldi yanımıza. Nasıl mahcup nasıl kafası yerde… Ee! Biliyor kabahatini, çekinir benden. Hayri’ye kalsa sırtını sumsuklayacağına bir de sıvazlar. Bu çocuk eskiden böyle değildi gözü açılmış, işi kaytarmayı öğrenmiş vallahi.
Neyse; Hayri hemen elektriği, suyu, alt katın panjurlarını açtı. Ben de
buzdolabını silip yanımızda getirdiğimiz yiyecekleri yerleştirdim. Çay suyunu koyup önce karnımızı doyuralım diye düşündüm işe temizliğe başlamadan önce. Olacak iş değil! Tüp bitmiş, suyu zaten içilmiyor. Hemen telefona sarılıp site içindeki mini markete siparişleri ve adresi bildirdim.
Hayri alt katın balkonlarını yıkayıp kuruladıktan sonra içerideki masaları
dışarı çıkarınca koltuk örtülerini toplayıp iyice silkeledim. Her tarafı süpürüp örümceklerini aldım. Üst kata çıkıp yatak odalarının panjurlarını açtım, havalandırdım. Odaları süpürüp balkonlarını yıkadım. Banyo ve tuvaleti yıkamayı sona bırakıp kahvaltı masasını hazırladım. Karnımızı doyurup çaylarımızı içince anladık ne kadar çok yorulduğumuzu. Yatakları hazırlayıp bahçede biraz soluklandıktan sonra uyuyamayacağımızı bile bile yatağa âdeta düşer gibi yuvarlandık.
Bizim gelemediğimiz iki üç yıl zarfında bazı çevre evlerin sahipleri el
değiştirmiş, yöneticiden duymuştuk. Bitişiğimiz de satılmış meğer biz fark
edememişiz kendi telaşemizden. Sabahın körü henüz… İnce sesli bir bayan
yırtınıyor deyim yerindeyse. Tövbe tövbe, kargalar bile… Fırladım yataktan,
Hayri bile uyandı hışmımdan. Bitişik komşudan geliyor ses. Çiroz gibi kara kuru biri… Kafamı çıkarmamla içeri sokmam bir oldu. Çaprazımızdaki komşuyu tarhana çorbası içmeye davet ediyor. Önce bir afalladık neredeyiz diye. Beni bilirsin… Tanışamaya fırsat bulamadan sevmedim sonradan görme komşumu. Neyse ilk günden tadımız kaçmasın diyerek duyumsamazlığa geldik. Duymamak mümkün değil ki! Tüm konuşulanları naklen dinleyip kahvaltı karşılığında yapılan kahve içme davetine icabet eden komşularımın gidişiyle biraz sükûta erdik. Daha sonraki günlerde gayet resmi davrandık. Günaydın, afiyet olsun, iyi akşamlar gibi kısa öz cümlelerle mecburen selamlaştık saygısız komşularımla…
Bir araya gelmek için fırsat yarattıkları anların tümünde; yüksek sesle tanrıya yakınlaştıkları mahrem anları bile afişe etmekten çekinmeyip hançerelerini yırtarcasına riyakâr ve yapmacık davranan, erkekleri günaha davet eden şuh kadın kahkahaları arasında ortamda bulunmayanlar hakkında yaptıkları gıybetleri sıklıkla duyar olduk. Yönünü Kâbe’ye çevirmiş, ruhu şeytanla sarmaş dolaş, darbeyi nereden vuracakları belirsiz bu insancıklar; el değiştiren hane sakinlerini hiç zaman geçirmeden ölçeksiz sevgi ve ilgi gösterileriyle kuşatıp yedeklerine alıyor, kendi hızlı yaşantılarına ayak uyduramayanların hakkında da fütursuzca
cadı kazanlarını kaynatıyorlardı…
Bir sabah müsait olduğumuzda hoş geldiniz kahvesine gelmek istediklerini haber verdiler. Kendimi zorlayarak gayet nazik bir dille; tatildeyken ziyaretçi kabul etmek gibi bir alışkanlığımızın olmadığını, buraya sadece kafa dinlemek için kısa süreliğine geldiğimizi söyledim. Kısa, öz ve net. Anlayana… Canım haklarını teslim etmek lazım, konuşmam biraz etkili oldu ki sesleri eskisi gibi gür çıkmıyor şimdilik…
Bahçede yapılan kahvaltı sonrası saatlerce okunan gazeteler, yapılan deniz
banyoları, kitap okuma saatleri, akşam sahilde yaptığımız düşük tempolu
yürüyüşler derken yine geldi kapama zamanı. Aç, kapa… Kapa, aç…”
“Şevvalciğim, vallahi sen anlattıkça üzerime bir ağırlık çöktü sanki ben
yapmışçasına yoruldum. Seni çok iyi anlıyorum. Ne çok işi varmış bu kadınların! Sanki iş görmeye gelmişiz şu dar-ı dünyaya… Neyse, dönüş ne zaman nasipse?”
“Cumhuriyet Bayramı haftası Ankara’dayız inşallah.”
“Aa! İyi, sevindim görüşürüz o zaman yakında.”
“Görüşmeden önce hele ben bir kapattığımı açayım, temizleyeyim,
yerleşeyim de öyle…”
“Canım ya, bir daha bu kadar uzun tatil yapma. Senin sinirlerin bozulmuş,
tatil psikozuna girmişsin. İnanılacak şey değil vallahi.”
“Ne yani, şimdi ben tatil mi yaptım Allah aşkına?”
“Hah hah hah! İlahi Şevvalciğim hiç güleceğim yoktu, neyse tatlım hadi iyi
tatiller…”
Fatma TÜRKDOĞAN
Keyifle okudum devamı gelmeli 🙂