İçimdeki Yabancı
  • Facebook
  • Twitter
  • 11 Eylül 2020
  • 1
  • 156
  • 1 Yıldız2 Yıldız3 Yıldız4 Yıldız5 Yıldız
    1 Kişi oy verdi
    Ortalama puan: 5,00.
    Bu yazıya oy vermek ister misiniz?
    Loading...
  • +
  • -
Abone Ol 

İçimdeki Yabancı

Her zaman ki günlerinden biriydi ve her günkü rutinini yaptı. Sabahları uyandıktan 1 saat sonra yapardı kahvaltısını, geceleri bedenini ve zihnini dinlendirmek için geç saatlere kadar oturma huyu yoktu. Aslında şu saatte yatmam lazım dediği bir saati belirlememişti kendine, uykusu ne zaman gelirse o zaman uyurdu hep. Sabah kahvaltısını öğlene doğru yaptığı için öğle yemeği […]

Her zaman ki günlerinden biriydi ve her günkü rutinini yaptı. Sabahları uyandıktan 1 saat sonra yapardı kahvaltısını, geceleri bedenini ve zihnini dinlendirmek için geç saatlere kadar oturma huyu yoktu. Aslında şu saatte yatmam lazım dediği bir saati belirlememişti kendine, uykusu ne zaman gelirse o zaman uyurdu hep.

Sabah kahvaltısını öğlene doğru yaptığı için öğle yemeği kültürüne sahip değil. Günde iki öğün beslenir ve yediğine içtiğine hep dikkat ederdi. Sağlık açısından bu önemliydi onun için.

Akşam serinliği çökerken 6 km yürüyüş yapardı hep. Bu hafif tempo yürüyüşe gitmediği günlerde kendini bir suç işlemiş ya da büyük bir hata yapmış gibi hissederdi.

Yaşı çoktan kemale ermiş olsa bile kendini hep genç hissederdi. Oysa yetmişler, seksenler, doksanlar derken yıl 2020 olmuştu bile. Peki, hayat hep böyle yüzeysel ve rutin mi olmalıydı? Ya da gönlünü keşfetme zamanı tamamen elinden alınmadan, kendini kaybetmeden tanışmamalı mıydı kendi benliğiyle…

Tamamen dünya işleri, dünya telaşı, hayat gayesi derken geçiyordu zaman ve niyahetinde geçiyordu ömür. Dünya öyle sarıp sarmalamıştı ki, aslını unutur hale gelmişti adeta. Dünyadaki varoluş onun için bir kimlik, bir karakter, bir cisim olmak ve hatta böyle bulunmak değildi ki mesele, dünyevi meselelerle meşguliyetimiz değildi ki esas gaye.

Bir cisim. Peki, nedir bu cisim?

Aynaya her baktığında tıpkı çevrende görmüş olduğun dağlar, denizler, ağaçlar, hayvanlar gibi bir cisim mi gördüğün. Hayır, senin aynada gördüğün, sana çok şey anlatan yüzündür yüzün. Senin kendi parçan, evet vücudunun bir parçası olan yüzün.

Aynanın karşısına her geçtiğinde öylesine baktığın o yüzünün biçimi, rengi, gözlerindeki anlam, işte tüm bunlar sana ait. Aynaya boş boş bakmayı bırakmanın zamanı gelmedi mi? Gerçeği gör, aslını gör, o gözlerindeki manayı gör. Yorgunluğunu hisset ve hayatındaki bu dünyevi çabanın koskoca bir hiç’ten ibaret olduğunu gör.

Ne olduğunu, kim olduğunu bil artık. Yarın geç olmadan. Kendine ait olan niteliklerini gör artık. Hala tanıyamadığın kendini tanı artık. Seni, seninle kimsenin tanıştırmasını bekleme. Kendinden kaçıp ta, gizlenip bir karanlığa gözlerini yumma artık.

Uyurken gözlerin görünüyor olsaydı kim bilir ne manalar, ne anlamlar çıkardı. Tanı artık kendi içindeki yabancıyı. Bir bilebilsen, kim bilir ne ile karşılaşırdın, anlamsız.

Hâlbuki onu anlamlı kılan, ona pırıltılar veren gönlün, esas yatırım yapman gereken yer. Maneviyatın. Dünyevi işlerle meşguliyetin yerine gönlündeki zenginlikleri keşfetsen, derine daha derine indikçe yükselmenin hazzına varacaksın. Tanı artık içindeki yabancıyı…

‘’Yüz gönlün aynasıdır, bir şeyler bildirir’’ der Hz. Mevlana, dinlenesi şeyler anlatan o muhteşem Mesnevisinde.

Cenabı Hak, yüz için ‘’bildirici’’ adını vermiştir. Bu sebeple der ki, Arif kişinin gözü hep yüze dalmış gitmiştir.

Araf Suresinin 48. Ve Yunus Suresinin 27. Ayetlerinde yüzün ‘’bir şeyler haber verici, bildirici’’ olduğu anlatılmaktadır. Esasen insanın neşesi, hüznü, mutluluğu, nefreti, kini yüzünden belli olur. Tertemiz yüzlerin ise kalp safiyetini, iç güzelliğini belirttiği de bir hakikattir.

Peki, aynalara neden bakılır? Kendini, suretini görmek için mi? Peki aynadan yansıyan sadece suret midir? Elbette insan aynada kendini görür ama mesnevi bize yüzün bir bildirici olduğunu söylüyor. O halde tanışmak lazım içimizdeki yabancıyla…

Yüz gönlü yansıtıyorsa ki öyledir. O halde aynada gördüğümüz gönlümüzdür. Can özümüzdür. O nedenle aynalar aslan yalan söylemez. Senin hoşuna gitse de gitmese de…

Ancak esas marifet o aynada gerçekten kendi yüzünü, kendi benliğini görebilmektir, suretini değil. İnsan çoğu zaman kendi ayıbını görmek istemez, en kolaya kaça kendini kandırarak. Peki, bu kaçış nereye, bu kaçış nereye kadar?

Birçok şeyi anlamak mümkündür yüzden. Yüz, içinde ne varsa onu dışa vurur, dışa yansıtır. Hz. Mevlana bu konuyla ilgili olarak ‘’Sen yine de dış görünüşe takılıp kalma, içeri bak’’ demiştir. Tıpkı kendi yüzünü kusurlarıyla, ayıbıyla gören kişi gibi, karşısındakinin de aslını görmenin makbul olduğunu anlatmaktadır.

Hani hep kullandığımız bir deyim vardır. ‘’Dış güzellik önemli değil, mühim olan huy güzelliği’’ diye işte bu sözde Hz. Mevlana’nın bu deyişine daha da bir anlam katmıştır.

Yani…

Aynaya her baktığında tıpkı çevrende görmüş olduğun dağlar, denizler, ağaçlar, hayvanlar gibi bir cisim değildir gördüğün, maneviyatın, gönlün, can özün.

Şimdi onunla tanışma vakti…
Yeter ki tanışmasını bil….

Tolga Özşahin / İçimdeki Yabancı

Sosyal Medyada Paylaşın:
İlginizi Çekebilir

BİRDE BUNLARA BAKIN

1 Yorum

  1. Gerçeklerle yüzleşmek demek aynaya bakmak. Gözlerinin içine bakmak da en zoru. Ne güzel anlatmışsınız kendinle yüzleşmeyi.Sevgiler…

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM