Ne zaman Güney Amerika Edebiyatına ait bir eser okumaya başlasam garip bir şekilde okuduğum o metinleri bize yakın bulurum. O topraklara ait bir öyküyü okurken, kendimi, Anadolu’nun başak tarlalarındaki rüzgârın coşkusuna takılmış koşarken görürüm ya da o metinlerde kıyı şeridine uzanmış bir sahil kasabasının dinginliğine rastlarım. Oysa bu topraklarla o topraklar arasında kocaman bir okyanus […]
Ne zaman Güney Amerika Edebiyatına ait bir eser okumaya başlasam garip bir şekilde okuduğum o metinleri bize yakın bulurum. O topraklara ait bir öyküyü okurken, kendimi, Anadolu’nun başak tarlalarındaki rüzgârın coşkusuna takılmış koşarken görürüm ya da o metinlerde kıyı şeridine uzanmış bir sahil kasabasının dinginliğine rastlarım. Oysa bu topraklarla o topraklar arasında kocaman bir okyanus vardır ve iki coğrafya arasındaki mesafeyi gösteren kilometreler birbirlerinden hayli uzaktır. Bu denli uzak bir coğrafyaya ait eserleri okurken neden bilinçaltımda benim memleketimin hikâyeleri canlanır?
Avrupa’nın o soğuk yüzlü insanlarından ziyade Güney Amerika insanın sıcaklığı bana daha yakın gelir ve bu sıcaklık edebi metinlere de yansır. Bu değerlendirmem tamamen öznel bir yargıdır genel geçer kuralların dışındadır. Belki de öyle değildir bana öyle geliyor olabilir ama iyi bir okuyucu birbirinden tamamen ayrı yerlerde bulunan bu toprakların anlatım benzerliğini edebi metinlerde yakalayabilir. Belki de asıl mesele tam anlamıyla bir dünyalı olmaktan geçer ve edebiyat, dili kullanarak uzağı yakın eder. Bu coğrafyaya ait yazarlardan bir kaçını hemen sıralasak aklıma Pablo Neruda, Julio Cortazar, Gabriel Merquez gelir ve liste daha nicesiyle uzar gider.
Şimdi sizlere oraların bir yazarından bahsetmek istiyorum. Aslen İngiliz olan ama Arjantin’le bütünleşmiş bir yazar… Kendisini bir şair olarak tanımlayan ama şiirden çok adını denemeleriyle, öyküleriyle duyuran Jorge Luis Borges… Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te 1899 yılında dünyaya gelir.
Büyükannelerinden biri İngiliz olan Borges, aldığı iki dilli eğitim aracılığıyla, küçük yaşında dünya edebiyatından çok sayıda eseri tanıma olanağına sahip olmuştur. Yedi yaşında, bir Yunan mitolojisi özeti, sekiz yaşında ise Don Quijote’nin bir bölümünden esinlendiği, “La visera fatal” adlı öyküsünü yazdı. Aynı yıl yaptığı, Oscar Wilde’ın “Mutlu Prens” adlı öyküsünün çevirisi bir gazetede yayımlanmıştır. 1914 yılında savaş nedeniyle ailesi ile birlikte Avrupa’ya taşındı. Fransa, İtalya ve İsviçre’de kaldılar. Ortaokulu okurken Jorge Luis, Fransızca şiirler yazmaya başlamıştı. Aile, 1919 – 1921 yılları arasında, Borges’in, dönemin şair ve sanatçıları ile temasa geçtiği, çeşitli Avrupa dergileri için yazılar yazdığı İspanya’da kaldı. 1918 yılında Madrid’de ortaya çıkan, Modernizm karşıtı yenilikçi bir edebi akım olan Ultraizm’i tanıyıp benimseyen Borges ardından ailesi ile birlikte Buenos Aires’e geri döndü.
İspanyolca edebiyatın en önemli ve en çok tartışılan yazarlarından olan Borges şiir, deneme ve öykü türlerinde çok sayıda eserler verdi. Yazar sayesinde, Latin Amerika edebiyatında önemli bir etkiye yol açan bir Arjantinli entelektüeller grubu oluştu. Borges çoğunlukla edebi ve felsefi nitelikteki denemelerinin ve benzeri konularda fantastik türdeki edebi yapıtlarının yanı sıra, Buenos Aires’in kenar mahallelerini, tangoyu ve yerel konuları ele alan eserler de kaleme almıştır.1
Bir yazarın belki de en iyi yeşerebileceği bir ortamda uzunca bir süre çalışma fırsatı bulmuştur. Bu ortam; kitap kokusunun tavan yaptığı kütüphaneden başka ne olabilir ki!
Borges kütüphanede çalıştığı dönemde çok fazla öykü yazma fırsatı bulmuştur. Bu dönemde yazmış olduğu öyküleri, kütüphanenin bodrumunda ya da çatısında yazmayı tercih etmiştir. “Babil Kitaplığı” adlı öyküsünü yazdığı ve mekân tasarımı için esinlendiği yer de bu kitaplıktır. Bu öykünün, o mekânın karabasanlı bir yorumu ya da abartılı bir kurgusu olduğunu söyler. Öyküde sözü edilen raf numaraları bu kitaplıktan alınmıştır ve Borges’e göre bu numaraların özel anlamları yoktur. Sadece bazı eleştirmenler bu numaralar için kendilerince çıkarımlar yapmaktadırlar. Borges’e göre bu çıkarımlar da onun yazınına dair büyük bir cömertlik içermektedir. Ayrıca bu mekân Borges için de karabasan olmuştur. Burada çalışmaktan keyif almamış ve çalışma arkadaşlarıyla da iletişim kuramamıştır. Bu mekânın ona olan katkısı yalnızca yazını için vakit bulabilmesi ve mekânın Babil Kitaplığı adlı en bilinen öykülerinden birine kaynak olmasıdır.2
“Çizgi sonsuz sayıda noktalardan oluşur; düzlem ise sonsuz sayıda çizgilerden, oylum sonsuz sayıda düzlemlerden, üst oylum da sonsuz sayıda oylumlardan…
Borges de düşsel olarak kurguladığı kitabına bu ismi verirken bu hikâyenin bir bütün olarak oluşturacağı değeri de kategorize etmek ister. Yani Kum Kitabı isimli eseri eline alan okur belki de öncelikli olarak bu hikâyeyi okumak isteyecektir. İlginçtir, hikâye, kitabın en sonunda yer almaktadır. İlk olarak bu hikâyeyi okuyan okur metne inanır bir şekilde bakar ve yazarın istediği ciddiyet halini alır. Bu şekilde yazar istediğine ulaşır ve düşsel öyküsünü gerçekmiş gibi inandırıcı kılar. Böylelikle okur, gerçek olduğunu zannettiği hikâyeye bağlanıp kalır.3
Tüm bunların haricinde Borges’in küçüklüğünden itibaren aşırı derecede miyop oluşu sonraki yıllarda ise körleşmesi onun, etrafındaki insanlara yarı bağımlı bir hayat yaşamasını zorunlu kılmıştı. Kendisinin ataları hakkında verdiği bilgiler ve kişiliği arasında kurduğu ilişki bu noktada önemlidir:
Jorge Luis Borges’in birçok eleştirmen tarafından en iyi olarak kabul edilen eseri Alef’tir. Borges 1949’da kitabın çıkışının ardından Arjantin’in edebiyat dehası olarak anılmaya başlamıştır bile. Altmışlı yılların başlarında da Borges, Ficciones ve Alef ile “Formentor Ödülü” ne Samuel Becket ile birlikte layık görülecekti. Bu onun dünya çapındaki ününü azımsanmayacak derecede arttırmıştı. Alef 17 öykülük bir yapıttı ve içerisinde kadın karakterleri barındıran birden fazla öykü vardı.
Borges hakkında söylenecek bir başka özellik, onun fantastik edebiyatın sınırlarını zorladığıdır. Borges, 1949’da Montevideo’da verdiği bir konferansta fantastik edebiyatı incelerken bu edebiyatta başından beri işlenen ve yazara sadece kurmacanın sözde gerçekliği içine fanteziyi sindirme fırsatı sağlayan dört büyük konuya değinir: “Yapıtın kendi içinde bulunan sanat yapıtı, gerçeğe hayallerin bulaşması, zamanda yolculuk ve ikiye bölünme.” İşte bu dört başlık Borges’in fantastik hikâyelerinin temelini oluşturur. Borges’in “Döngüsel Yıkıntılar” hikâyesi, bu anlamda fantastik edebiyata uygun bir eserdir. Bir insan hayal etmeye ve onu gerçekliğe katmaya karar veren Hindistanlı çileci ya da gizemci, sonunda ateşin onu da yakmadığını gözlemleyerek kendisinin de bir hayal ürünü olduğunu keşfeder.5
Öykülerinde genellikle; imge içinde imge, zamanda çatallanma ya da zamansızlık, gerçek dünyayı sarsan gerçekdışılıklar, metafizik ve idealist evrenler, labirentler ve benlik problemi gibi temalara rastlanır. Aslında bunların arasında en sık rastlanan tema zaman ve benlik problemidir. Bunları gerçek dünyanın içine yerleştirme tekniği ile Borges, okuyucunun ve edebiyatın dünyasının arasındaki sınırı ya da ayrımı silikleştirir. Felsefenin imkânlarını edebi alandaki boşluğu doldurmakta ustaca kullanan Borges, bu öykülerde kendi yarattığı evrenlerin içinde kendi imgesini çizerek Borges olmuştur.
Borges öykülerini şekillendiren kaynaklar şüphesiz felsefe ile yakından ilişkilidir. Borges okuyucuyu gerçek ile gerçek dışının, gerçekliğin içindeki kurmaca yazının, bütünün ve parçanın ve dahası benin ve ötekinin arasındaki zıtlıkların tamamlayıcı bir yönü olduğunu söyler. Okuyucu, bu zıtlıkların sürekli bir oluş içinde kavrandığı her insanın aslında tüm insanlık olduğu bir evren ile karşı karşıya getirilmektedir. Örneğin, Ölümsüz (1949) adlı öyküsünde insanın metafizik bir eğilimi olarak kaçamadığı zaman problemini işlerken karşıtlıkların birliğine göndermede bulunur ve bu öyküde ölümsüzlüğü istemek kadar ölümsüzlükten kaçmak da işlenir. 6
“Borges ve Ben” başlıklı bir metin daha yazdım, bu iki parça, görünüşte birbirinin tıpkısı. Yine de bazı farklar var. “Borges ve Ben” de iç-dünyanın adamı ile dış dünyanın adamı arasındaki bölünmeye eğiliyorum. “Gözcü” de ise her sabah uyandığımda kendimi Borges olarak bulma duygusunda yoğunlaşıyorum. Sabahları, ilk yaptığım, bir sürü kaygım üstüne kafa yormaktır. Uyanmadan önce hiç kimse değildim ya da herkestim, her şeydim –uykuya ilişkin o kadar az şey biliyoruz ki- ama uyanınca elim ayağım bağlanıyor ve Borges olma zahmetine yeniden katlanmam gerekiyor. Yani farklı bir tür karşıtlık. Benliğimin denetimindeki bir şey –belli bir kentte, belli bir zamanda, belli bir birey olmaya zorlanmaktan duyduğum sıkıntı.” 7
Aslında Borges’in hayatı ve eserleri bu kısa yazının içine sığamayacak kadar uzundur. Geride okunması için onca eser bırakan ve ömrünün son günlerini kör olarak geçiren yazarın Tanrı’ya ithafen söylediği şu sözü manidardır.
Karanlığı ve kitapları aynı anda verdi…
Serpil TUNCER
KAYNAKÇA
1-İlgürel Mehmet, Lorge Luıs Borges’in Öykülerinde Zaman ve Uzam T.C. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Batı Dilleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı İspanyol Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı Doktora Tezi İstanbul 2013 s:6
2-Yatağan Deniz, Jorge Luıs Borges’in Yazınında Evren Kurgusu İstanbul Teknik. Üni. Fen Bil. Ent. Mimarlık Anabilim Dalı Mimari tasarım,Yüksek Lisans Tezi Ekim,2007- Woodal, J., 1997. Kitabın Aynasındaki Adam / Jorge Luis Borges: Bir Hayat, çev: Armağan Anar, İletişim Yayınları, İstanbul
3-Dilber Kadir Can, Lorge Luis Borges’ten Hasan Ali Toptaş’a Düşsel Yolculuğun Şifreleri Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları D.y. 3, S. 5, Ocak-Haziran 201. s:118
6-Borges Jorge Luis, Kum Kitabı(çev. Yıldız Ersoy Canpolat) İletişim Yayınları, İstanbul, 2007, s. 101.
4-Akyol Ercan Jorge Luis Borges’in Öykülerinde Kadınlık-Erkeklik Durumları s:3- Borges Jorge Luis Borges ve Ben (Çev. Celal Üster) İstanbul: Afa Yayıncılık, 1988
6-Köz Elif, Kant ve Borges’te Zaman Kavramı, Mersin Üni. SBE. Felsefe Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi. Kasım-2019 s:
7-Giovanni N. Halpern D. Macshane F, 1998. Borges ve Yazma Üzerine, (çev: Tomris Uyar) İletişim Yayınları, İstanbul s:90