Bu hafta yine mükemmel bir yazar ve eserle karşınızdayım. Mülksüzler… Ütopyanın en rahat kağıda dökülebileceği zemin hiç kuşkusuz bilimkurgudur. Dünyamızın yakın gelecekteki hali pek çok kitapta bizi ürkütecek veya bambaşka hayallere daldıracak boş bir kâğıt gibi duran hiç var olmayacak sistemleri, gezegenleri ve insan dışı varlıkları bile barındırabilirken bunları okumak şüphesiz bilimkurgu ve distopya sevenleri içine […]
Bu hafta yine mükemmel bir yazar ve eserle karşınızdayım. Mülksüzler…
Ütopyanın en rahat kağıda dökülebileceği zemin hiç kuşkusuz bilimkurgudur. Dünyamızın yakın gelecekteki hali pek çok kitapta bizi ürkütecek veya bambaşka hayallere daldıracak boş bir kâğıt gibi duran hiç var olmayacak sistemleri, gezegenleri ve insan dışı varlıkları bile barındırabilirken bunları okumak şüphesiz bilimkurgu ve distopya sevenleri içine çekecektir.
Politik bilimkurguda en başarılı kitabı, bir kadının elinden çıkmış olması kadının ideolojik duruşunun yansıması…
Olası dünyaların keşfi, dünyayı ikiye bölen siyasi rejimlere her yönüyle eleştiri, zamanın üzerine yapılan fiziksel tartışmalar…
Mutsuzluğun, arayışın, yozlaşmanın insan ırkının sonu olduğunu yine de bir umutla devam edildiğini; çatışmaların, hayatın ve canlılığın en temel unsurlarından biri olduğunu okuyacaksınız bu kitapta. Hakiki bir distopya. Sanki tencerenin içindesiniz ve yemek olduğunuzu fark etmiyorsunuz. En ideal düşündüğünüz şeyin içindeki çürümüşlükleri ve çürümüş gördüğümüz her şeyin aslında içinde güzellikler de olduğunu bir kez daha anlıyorsunuz.
Mülksüzler 1975’te bilim kurgu dünyasının 2 büyük ödülü olan Hugo ve Nebula ödüllerini almıştır ayrıca uzun süre bilim kurgu ya dahil edilmemiştir. Türkiye’de de bilim kurgu serilerine dahil edilmesi 90 lı yıllardaki basımlarıyla gerçekleşmiştir. Bu yapıta kadar bu denli politik göndermeler yapılan bir bilim kurgu eserine nadiren rastlanır. Türkiye’de de bütün sosyal katmanlardan okuyucu bulan eser kapitalizmin keskin eleştirisi olarak popülerliğini korumaktadır .(Vikipedi).
Kitabın konusuna ve içeriğine geçmeden önce yazarımız hakkında birkaç cümle yazmak istiyorum.
1929 doğumlu Amerikalı yazar
Bilim kurgu romanlarının ilahesi.
Makinelere karşı insanlar temasını da işlemesi ile Star Wars ile benzerlik gösteren süper yazar: imparatorluk makineleri temsil eder, jedi’ler ise insanları…
Ursula, her kitabında hayata dair soruları, sorunları kendi perspektifi ile yanıtlıyor. Teknoloji, robot gibi kavramlardan çok daha fazlasına sahip fantastik bilim-kurgu yazarı bence. Büyümek, cinsellik, kendini bulmak, ölüm, siyaset, gelecek , dünyanın ve insanlığın içinde bulunduğu durum gibi kilit noktalarda etkileyici fikirleri var ve bu fikirleri sıkmadan okuyucuya aktarıyor. Her kitabında cinsler arası dengeleri veya ahengi yansıtmayı başarıyor. Küçücük bir kız çocuğunu da anlatsa, bin yaşında bir kadını da, iki cinsiyetli ırkın içinde kafası karışan ve cinsleri sorgulayan adamı da; güzel anlatıyor.Film seyreder gibi okuyorsunuz. Okuduktan sonra da birilerine anlatmak ve okutmak için yüreğiniz pır pır ediyor. Asla kafa karıştıracak tasvirlere yer vermiyor, sizi sıkacak kadar evirip çeviremiyor . Saf bir anlatımla ufacık şahane betimlemelerle hayran bırakıyor insanı. Onu okurken bütünüyle hikayelerine dalar ve masalı yaşarsınız.
Mülksüzler birbirine karşıt iki gezegen olan Anarres ve Urras’ta kurgulanmaktadır. Romanımızı postmodern bir roman olarak da ele alabiliriz. (Postmodernizm bireyin işine yarayan her şeyden faydalanılması gerektiğini esas alır ve romancı romanında malzemeyi dilediği gibi kullanarak adeta akımın karakteristik özelliklerini oluşturur. )
Bir yanda dünyamız benzeri kapitalizmin, savaşın ve mülkiyetin hüküm sürdüğü Urras, öte yanda ise kendine has daha önce görülmemiş bir düzene sahip olan Annares.
Anarres’te karşılıklı yardımlaşmaya dayalı bir anarşist toplum, Urras’ta ise bugünkü mevcut düzenin benzeri bir toplum hüküm sürmektedir. İki gezegenin isimlerinde de bu iki farklı toplum düzenine atıfta bulunulmaktadır.
Anarşist dünya “Anarres”in adı, bir yandan Anarşi’yi (Anarşi: bassızlık-Yunancada arche: baş, başat; ana- öntakısı ise olumsuz iyelik, -siz, -sız demek) çağrıştırırken, bir yandan da “şeyleri,” mal ve mülkleri olmayan anlamına geliyor (Latince’de res: şey, nesne). Kapitalistlerin ve devletçilerin dünyası “Urras” ise, öncelikle ABD ve SSCB’nin harflerinden devşirilmiş (USA ve USSR). İlk iki harfi olan Ur- ise Almanca’da ilk, kaynak, başlangıç anlamına gelen bir öntakı. Bu anlamda, Urras, Anarres’e giden göçmenlerin kaynağı, ikili gezegen sistemindeki hayatın başlangıç noktası, eski dünya. (Somay, 1990)
Urras eski dünyadır çünkü Anarresliler uzun zaman önce Urras’tan Anarres’e göç ederek burada yeni bir yaşam kurmuşlardır ve kurdukları yaşam Odoculuk anlayışına dayanmaktadır.
LeGuin “Odoculuk”un anarşizm olduğunu ileri sürmektedir. “Sağı solu bombalamak anlamında değil: kendine hangi saygıdeğer adı verirse versin bunun adı tedhişçiliktir. Aşırı sağın sosyal- Darwinist ekonomik özgürlükçülüğü de değil; düpedüz anarşizm: Eski Taocu düşüncede öngörülen, Shelley ve Kropotkin’in Goldmann ve Goodman’ın geliştirdiği biçimiyle.” (LeGuin, 1974)
Odoculuk herhangi bir ideolojik kalıba sokulmamıştır. Karşılıklı yardımlaşma, eşitlik, ortak mülkiyete ve bireysel inisiyatife dayalı bir toplum düzenidir. Anarres’te kuraklık, kıtlık, toprak yerine toz, bitkiler yerine çalılar ve yalnızca holum ağaçları ve hayvan olarak yalnızca balıklar vardır. Mimarlık ise oldukça işlevsel ve sadedir. Yapılar tek katlıdır ve komün halinde yaşamak için tasarlanmıştır. Urras’ta ise Anarres’teki yoksulluğa karşın, bolluk, çok fazla su kaynakları, yemyeşil bitki örtüsü ve çok sayıda canlı türü vardır. Burada ihtişam vardır ve bu ihtişam bu gösteriş mimarlıktan giysilere kadar her alanda kendini bize hissettiriyor.
Kitapta her yönüyle Anarres ve Urras birer “ideal ütopya” olmaktan çıkmakta, birleşip yeni bir ütopyayı, Mülksüzler’i yaratmaktadır. Anarres ve Urras’ın karşıtlıkları birbirlerini var etmekte, ikisinin birlikteliği anlam kazanmaktadır.
Geçmiş dönemde Urras’ta çıkan bir ayaklanma sonucunda, Anarres’i anarşistlere vererek anlaşma yapılmış ve o günden sonra Urras’lılar ve Anarres’liler arasında hiç ziyaret gerçekleşmemiş. Ta ki zamanı sıkıştırıp sıfır zamanda yolculuk yapabilecek bir teori gerçekleştiren Shevek’in Urras’a gitmeye karar verdiği güne dek.
Shevek Urras’ta büyük bir törenle karşılanıyor. Lüks araçlarla kalacağı otele götürülür. En güzel yemekler verilir, en güzel yataklarda yatırılıyor. Işıklı balolar düzenleniyor, en süslü kadınlarla çevriliyor etrafı. Önceleri kendilerine anlatılan kapitalizm ile bu yaşadıkları arasındaki çelişkiler kafasını karıştırıyor. Ancak zamanla fark ediyor ki aslında hapsedilmiştir. Kapitalistler sadece kendilerinin istedikleri yerleri gösteriyorlar, onun dışındaki hiçbir yere gitmesine fırsat vermiyorlar.
Sonunda bir gün içinde bulunduğu yerlerden kaçarak, ezilen insanların bulunduğu, sömürünün, açlığın olduğu, kapitalizmin gerçek yüzünü göreceği yere gidiyor. Oradaki devrimcilerle iletişim kuruyor. Devrimciler, kısa zaman içinde dev bir gösteri tasarlıyorlar ve Shevek’ten kendilerine destek olmalarını istiyorlar. Gösteri günü geldiğinde, Shevek, milyonların bulunduğu alanda destansı bir konuşma yapıyor. Çok fazla ipucu vermek istemiyorum bu konuşma için bile mutlaka okunmalı kitap.
Eserde zaman kesin ve nesnel değil, tam aksine belirsiz ve öznel olarak yansıtılmış.Romanda anlatıcı var, tüm olan biten, kişilerin duygu ve düşünceleri, çevre, mekan, zaman anlatıcı tarafından sunuluyor.Anlatıcı türü olarak ele alındığında ise tanrısal konumlu gözlemci anlatıcı türünün hakim olduğunu söyleyebiliriz.
Kişi kadrosunda karşımıza ilk Shevek karakteri çıkmaktadır. Shevek olumlu/iyi olarak yansıtılıyor biz.İdealize edilmiş bir karakter ve Merkezi kişi konumundadır.
Eserde “flashback”ler kullanılarak Shevek’in yaşadığı kültür şokunun nedeni bizlere en iyi biçimde anlatılıyor.
Eş zamanlılık konusu, zamanın izafiliği, zamanın devinimi ve kendini başa sarıp, başlayan her şeyin bitmeye ve neredeyse kendini tekrar etmeye mecbur olduğunu gösteren bir kitap.
Yazarımızın kadın olup, kahramanın erkek olması ve yazarımızın feminist bir yazar olması da kitabın bendeki yerini bir kat daha artırıyor.
Okullarda ders olarak okutulsa en çok ben sevinirim sanırım.
Bu kitap öyle bir kitaptir ki; bittikten sonra yarattığı boşluk tarif edilmez. Hayat görüşünü, ideolojisini ve onun temellerini böylesine temiz ve etkin eleştirebilen yazarı bir kez daha saygıyla anıyorum.
Aynur KESKİN / MÜLKSÜZLER
Mülksüzler daha önce okumadığım bir kitap yorum gerçekten etkili olmuş. Kitaptan alıntılar kitaba daha ada bir ısındırdı beni. “Eş zamanlılık konusu, zamanın izafiliği, zamanın devinimi ve kendini başa sarıp, başlayan her şeyin bitmeye ve neredeyse kendini tekrar etmeye mecbur olduğunu gösteren bir kitap.” işte bu cümleyle okumaya karar verdim.. teşekkürler
Aynur hocam yine güzel bir inceleme yapmışsınız Kaleminize kuvvet 🤗