Çin Öyküleri okumaya ne dersiniz? Anonim olan Çin Öyküleri günümüz Türkçesi’ne Hayrunissa Boratav tarafından çevrilmiştir. Kitaptan bir hikaye size okumanız için güzel bir fikir olacaktır. Tung-ch’ang kentinde oturan baytar Pien’in Yen-chih adında bir kızı vardı. Bu kız yetenekli, aynı zamanda akıllı ve güzeldi. Babası kızını çok seviyor, onu daha yüksek düzeyden biriyle evlendirmeyi düşünüyordu. Fakat […]
Anonim olan Çin Öyküleri günümüz Türkçesi’ne Hayrunissa Boratav tarafından çevrilmiştir. Kitaptan bir hikaye size okumanız için güzel bir fikir olacaktır.
Tung-ch’ang kentinde oturan baytar Pien’in Yen-chih adında bir kızı vardı. Bu kız yetenekli, aynı zamanda akıllı ve güzeldi. Babası kızını çok seviyor, onu daha yüksek düzeyden biriyle evlendirmeyi düşünüyordu. Fakat yüksek aileler, Pien ailesinin konumunu aşağı gördükleri ve onlardan kız almak istemedikleri için Yen-chih on altı yaşına gelinceye dek nişanlanamadı. Baytarın Wang adında dedikoducu bir komşusu vardı. Bu kadın, kızın da arkadaşıydı. Günün birinde kadın Yen-chih’e oturmaya gelmişti. Kız, Wang’ı kapıdanuğurladığı sırada, oradan üstünde beyaz bir giysi, başında beyaz bir şapka olan bir adamın geçtiğini gördü. Bu, güzel bir adama benziyordu.
Kız ondan pek hoşlandı. Genç adam başını önüne eğmiş hızlı hızlı giderken Yen-chih de gözleriyle onu izledi. Adam iyice uzaklaştığı halde kız ona hâlâ dalgın dalgın bakıyordu. Bu durum Bayan Wang’ın gözünden kaçmadı. İşi şakaya vurarak dedi ki: “Sizin gibi yetenekli ve güzel bir kız böyle bir adamla evlenirse ne kadar güzel bir şey olur.” Yen-chih’in yanakları ateş gibi kızardı. Hiçbir şey söylemedi.
Bayan Wang, “Onu tanıyor musunuz?” diye sordu. Kız, “Hayır,” diye yanıt verdi. Bunun üzerine kadın, “Bu adam, Ch’iu-chun diye anılan, Ou adında bir bilgindir,” dedi, “Güney yolunda oturur. Aydın, eski bir ailenin oğludur. Bir zamanlar onunla aynı mahallede yaşadığım için bilgini tanırım. Dünyada onun kadar sevimli bir adam yoktur. Karısı yeni öldü, yas süresi henüz bitmedi. Onun için üstünde hâlâ beyaz yas giysileri var. Eğer isterseniz sizi onunla evlendirmek için araya girerim.” Genç kız bir şey söylemedi. Bayan Wang gülümseyerek gitti. Günler geçti. Kız hiçbir haber almayınca, Wang’ın bu işin üstüne düşecek zamanı olmadığını düşündü. Bir yandan da bilginin, bir memur ailesinin üyesi olduğu için, kendisiyle evlenmeyi reddedeceğinden korkuyordu.
Sonunda hiçbir şey yiyemez, içemez duruma geldi, yatağa düştü. Bayan Wang, hastalığının nedenini öğrenmek için geldiğinde, kız ona: “Neden hastalandığımı gerçekten bilmiyorum. Benimle konuşup gittiğiniz günden beri kendimi iyi duyumsamıyorum. Gün geçtikçe güçten düşüyorum. Sanırım çok geçmez ölürüm,” dedi. Bunun üzerine Bayan Wang, “Kocam bir ticaret işi için gezide bulunuyor. Hâlâ da gelmedi. Onun için Bay Ou’ya gidip konuşamadım,” dedi ve hafif bir sesle ekledi: “Sakın hastalığınızın nedeni o olmasın?” Kız adamakıllı kızardı. Bunun üzerine Wang yavaşça şunları söyledi: “Öyleyse ve hastalığınız böyle kötü bir durum aldığına göre, artık toplumsal göreneklere önem vermenin anlamı var mı? Nişanlanmadan bir gece önce sizi gelip görmeyi, bilginin reddetmeyeceğini umuyorum.
” Kız içini çekerek dedi ki: “Artık ok yaydan çıktı, olan oldu; eğer o, soyumu aşağı görmez de bana hemen bir dünür yollarsa o zaman kesinlikle iyileşirim. Ama bizim gizli gizli birleşmemiz kesinlikle olanaksızdır.” Bayan Wang her şeyi yoluna koyacağına söz verdi. Bırakıp gitti. Bu kadın daha gençliğinde, evlerinin yakınında oturan bilgin Hsü adında biriyle tanışmıştı. Onlar bir süre birlikte düşüp kalkmışlar, kadın sonra başka biriyle evlenmişti. Hsü, Wang’ın kocasının, bir zaman için evinden ayrılmış olduğunu öğrenir öğrenmez kadınla buluştu.
Wang’ın Yen-chih’le konuştuğu günün gecesi de Hsü yine onun evine geldi. Kadın söz arasında adama kızdan söz etti ve bilgin Ou’ya bu konudan söz etmesini ondan rica etti. Bay Hsü Yen-chih’in güzel bir kız olduğunu daha önce de işitmişti. Onun için bu habere çok sevindi. Fırsattan yararlanmayı düşündü. Bayan Wang’la kız konusunda konuşmak istedi. Fakat kadının Yen-chih’i kıskanacağından korkuyordu. Onun için bu işle ilgili değilmiş gibi bir tavır takındı. Bir yandan da kızın nerede oturduğunu, evin hangi odasında yattığını adamakıllı öğrendi. Ertesi gece duvardan atladı. İçeri girdi. Kızın yatak odasının bulunduğu yere gitti ve parmağıyla pencereyi tıklattı. İçerden, “Kim o?” diye bir ses geldi. Adam, “Bay Ou…” diye yanıt verdi. Kız bunun üzerine dedi ki: “Beni isteyen adam, yüz yıl için benim olmalı, bir gece için değil… Eğer beni gerçekten seviyorsanız, düğün için bir adam yollayın. Böyle gizli bir buluşmaya kesinlikle razı olamam.”
Bay Hsü önce bu işi yapacağına söz verdi. Sonra da, sözünün belirtisi olmak üzere bir kezcik sarılmasına izin vermesi için ısrarla yalvardı. Kız çok sert davranmanın, delikanlının her isteğini reddetmenin doğru olmayacağını düşündü. Pencereyi açtı. Hsü hemen içeri atladı ve kızı sımsıkı kucakladı. Yen-chih kendisini savunmak için yeterince güçlü değildi. Yere düştü. Az kalsın soluğu tıkanacaktı. Adam ona yine kabaca sarılmaya kalkışınca, kız dedi ki: “Amma da haydutmuşsunuz. Sanırım siz Bay Ou değilsiniz. Çünkü o, ince, nazik bir insandır, benim neden hasta olduğumu da biliyor. O olsaydı durumuma acırdı.
Bana karşı neden böyle acımasız ve kaba davranıyorsuz? Beni serbest bırakmazsanız bağırırım. O zaman her şey mahvolur. İkimiz de bu işten zararlı çıkarız.” Hsü korktu. İkiyüzlülüğü ortaya çıkabilirdi. Kıza daha fazla eziyet etmedi. Ama, başka bir gün için ondan söz istedi. Yen-chih buluşmayı düğün gününe bıraktı. Fakat Hsü, düğünün uzayacağını ileri sürerek daha önce buluşmak için yalvarmayı sürdürdü; öyle ki kız adamı reddedemedi, hastalığı geçer geçmez görüşmeye razı oldu.
Bu kez Hsü, kızdan, sözünü tutacağının rehini olacak bir hediye istedi. Yen-chih buna razı olmadı. O zaman kızın ayağındaki işlemeli terliğini çekti aldı ve kızı bırakıp gitti. Kız arkasından bağırdı: “Size, evet dememe karşın, bir de rehin olarak neden başka bir şey istiyorsunuz? Atalar sözü: ‘Kaplan görünümüne girmiş bir köpeğin foyası çabuk ortaya çıkar,’ der. Korkuyorum ki bu iş duyulur, namusumuz kötü olur. Şimdi elinizde benden alınmış bir rehin var. Artık bu işten geri dönemezsiniz. Beni aldatırsanız, o zaman benim için ölümden başka yol kalmaz.” O gece Bay Hsü kızın yanından ayrılır ayrılmaz doğru Bayan Wang’a gitti. Yatağa yatınca aklına Yen-chih’in terliği geldi, kadına belli etmeden onu giysisinin cebinde aradı. Fakat terlik yoktu. Hemen kalktı, ışığı yaktı, giysisinin her yerini yokladı, ama bir türlü terliği bulamadı.
Sonunda baklayı ağzından çıkardı; kadına her şeyi olduğu gibi anlattı. İkisi birlikte çıktılar. Lambayı yakarak her yeri, kapının önünü bile boş yere aradılar, terliği bulamadılar. Sonunda Hsü, keyfi kaçmış bir durumda uyumaya gitti; yatağına girdi. Adam şöyle düşünüyordu: “Şimdi adamakıllı geç, yollarda kimseler yok. Terliği sokakta düşürdüğüm kesin. Yarın ararım.” Ertesi gün erkenden kalktı, yine boş yere her yeri aradı. Terlik ortada yoktu. Bu mahallede Bay Mao Ta adında biri vardı. Bu adam şurada burada boş boş gezen serserinin biriydi. Zamanında Bayan Wang’ın çevresinde dolaşmış, ama kadın onun isteklerine kulak asmamıştı. Adam Hsü’nün Wang’la ilişkide olduğunu biliyor ve kadını fahişeliğe kadar düşürmeyi, böylece elde etmeyi kuruyordu.
Adam o gece, Bayan Wang’ın kapısı önünden geçiyordu. Kapı kilitli olmadığı için içeri daldı. Pencerenin önüne gelince; ayağına pamuk gibi yumuşak bir şey ilişti. Eğilip baktı, bu, beze sarılmış bir kadın terliğiydi. Yere yattı, kulak verdi, Hsü’nün kadına herşeyi anlattığını işitti. Bunun üzerine büyük bir sevinçle oradan sıvıştı. Birkaç gece sonra adam, Yen-chih’in evinin duvarı üstünden avluya atladı. Fakat kapıları iyi tanımadığı için yanlışlıkla evin efendisinin odası önüne vardı. Yen-chih’in babası bir ses işitip dışarı baktı, orada bir adam gördü. Söylediği sözlerden, onun kızı için geldiğini anladı, kızdı, bir bıçak yakalayarak fırladı.
Duvarın üstüne çıkmak istedi. Fakat arkasından gelen adam ona yetişmişti… Kaçıp kurtulmak olanaksızdı. Onun için döndü; adamın elinden bıçağı çekti aldı. Bu sırada kızın annesi kalkmış avazı çıktığı kadar bağırmaya başlamıştı. Mao’nun kaçması olanaksızdı. Elindeki bıçağı adama sapladı. Oldukça iyileşmiş olan Yen-chih de gürültüyü işitip kalkmıştı. Lamba getirdiler, başından yaralanan baba biraz sonra duvarın dibinde can verdi. Sonra orada işlemeli bir terlik bulundu. Anası Yen-chih’in terliğini tanıdı. Kızı sorguya çekti. Kız, gözyaşları arasında anasına her şeyi olduğu gibi anlattı ama, Bayan Wang’ı bu işe karıştırmamak için Ou’nun kendiliğinden geldiğini söyledi. Ertesi gün kız merkeze gönderildi. Bölge Müdürü Bay Ou’yu hapsettirdi.
Bilgin sessiz bir adamdı. On dokuz yaşındaydı ama, bir ziyaret yaptığında hâlâ bir çocuk gibi beceriksiz, ürkek olurdu. Hapsedilince korkudan az kalsın ölecekti. Sorguya çekilince konuşmadı. Tir tir titredi durdu. Bölge Müdürü onun bu durumunu görünce suçlu olduğu kanısına vardı. Bilgine işkence yaptılar. Zavallı adam bunlara dayanamadı. Üstüne yüklenen suçların hepsini kabul etti. Bunun üzerine Ou ilçe kaymakamlığına teslim edildi. Orada da, bölge merkezinde olduğu gibi dayak attılar. İşkence ettiler. O zaman bilgin, kendisine yapılan haksızlıkların acısına dayanamadı, isyan etti. Kızı görmek istediğini söyledi. Kız onun yanına gidince öyle kötü sözler söyledi ki, adamın dili tutuldu, durumu anlatamadı.
Onu bir çok yargıç sorguya çekti; ama bilgin, hep aynı şeyleri söylüyordu. Sonunda onu Chi-nan-fu’daki yargıtaya yolladılar. O sıralarda bu kentin valisi Bay Wu Nan-yo adında biriydi. Vali bilgini görünce, onun durumundan, davranışlarından, bir katil olamayacağı kanısına vardı. Gizlice adamlarına Ou’nun konuştuğu şeyleri dinletti. Böylece onun suçsuz olduğunu anladı. Günlerce düşündü, taşındı… Sonunda suçluyu, tanıkları çağırdı. Önce onlara: “İçinizden herhangi bir kişi Yen-chih’le yapılan sözleşmeden haberli mi?” diye sordu. “Hiçbirimiz haberli değiliz.” yanıtını aldı. “Kız Bay Ou’yu ilk kez gördüğünde yanlarında kimse var mıydı?” Adamlar, “Hiç kimse,” diye yanıtladılar. Bunun üzerine vali bilgini çağırttı. Ona tatlılıkla davrandı.
Bunun üzerine bilgin, “Günün birinde ben onun kapısının önünden geçerken, eski komşum Wang’ın bir genç kızla dışarı çıktığını gördüm. Bir yana çekildim. Fakat onlarla bir söz bile konuşmadım,” dedi. O zaman Yargıç Wu, kıza sert bir sesle, “Biraz önce yanınızda kimsenin olmadığını söylüyordunuz. Peki, komşu kadın kim oluyor?” diye sordu. Ceza vereceğini söyleyerek onu korkuttu. Kız çok korktu. Dedi ki: “Evet, Bayan Wang oradaydı. Fakat onun bu işle hiçbir ilgisi yoktur.” Yargıç bunun üzerine duruşmayı erteledi. Wang’ı tutuklattı. Kadın birkaç gün sonra geldi. Onu Yen-chih’le görüştürmeden doğru yargıcın önüne getirdiler. Yargıç kadını yanıltmak istedi; dedi ki: “Yen-chih, Pien’i kimin öldürdüğünü bildiğinizi söyledi, siz bunu niçin saklıyorsunuz?” Bunun üzerine Bayan Wang bağırdı: “Bu haksızlıktır. O ahlâksız kız bilgini seviyordu.
Ona, ‘Seni Ou ile evlendirmek için araya girerim,’ dediğimde şaka yapmıştım. Kız sevgilisini evine çağırdığında, ben nasıl olur da bundan haberli olabilirim?” Kadın adamakıllı sorguya çekilince, o zaman kızın söylediği her şeyi açıkladı. Yargıç, Yen-chih’i mahkemeye çağırdı. Ona büyük bir öfkeyle, “Sen Bayan Wang’ın hiçbir şey bilmediğini söylüyordun,” dedi. “Ama o şimdi, evlenmenizde aracılık yapmak istediğini bile açığa vuruyor.” Kız gözyaşları arasında, “Dikkatsizliğim yüzünden babamı yitirdim. Beni yıllarca mahkemelerde süründürecek bir davaya neden oldum. Onun için bir insanı daha böyle bir işe karıştırmaya gönlüm razı olmadı.” dedi.
Yargıç, Wang’ı yeniden sorguya çekti: “Peki, kıza şakadan söz verdikten sonra kiminle konuştunuz?” Wang, “Hiç kimseyle,” diye yadsıdı. Bu yanıt yargıcı yeniden öfkelendirdi. “Kadınla erkek bir araya gelince her şey tartışılır. Nasıl oluyor da bu sorunu hiç kimseyle konuşmadığınızı söyleyebiliyorsunuz?” Bunun üzerine Wang “Kocam uzun zamandır gezide. Daha da geri dönmedi,” dedi. Yargıç, “Olabilir,” diye yanıt verdi, “Kimi insanlar kendilerini akıllı göstermek için oyun oynadığı adamın aptallığına güler. Bu sorunu kimseyle konuşmadığınıza göre, bu oyunun anlamı ne?” Yargıç, Wang’ın parmağının işkence çarkında sıkıştırılmasını buyurdu. O zaman kadın ister istemez gerçeği söyledi. “Ben bunu Hsü’yle konuşmuştum,” dedi. Yargıç, bilgin Ou’yu serbest bıraktı ve Hsü’yü hapsettirdi.
Hsü mahkemeye çıkınca, hiçbir şey bilmediğini ileri sürdü. Yargıç, “Orospularla düşüp kalkan, iyi bir insan olamaz,” dedi ve Hsü’ye adamakıllı işkence ettirdi. Bunun üzerine adam şöyle bir açıklamada bulundu: “Evet, kızla gönlümü eğlendirmek istedim, bu doğru, ama terliği yitirdikten sonra bir daha ona gitmeyi göze alamadım. Öldürme olayıyla ilgili gerçekten bir şey bilmiyorum.” Yargıç coşkuyla, “Onun bunun duvarlarından atlayan bir adamdan, her şey umulur!” dedi. Adama yeniden işkence ettirdi. Buna dayanamayan Hsü, öldürenin kendisi olduğunu söyledi. Bu ifadeler daha yüksek mahkemelere gönderildi. Herkes yargıç Wu’nun böylesine karmaşık bir dâvâyı çözmekteki becerisini beğenerek karşıladı. Ötede Hsü, bitkin bir durumda, Güzde yapılması görenek olan idamı bekliyordu. Hsü gerçekten alçak bir adamdı, ama öte yandan da ünlü bir bilgindi. Eğitim Bakanı Bay Shih’in çok aydın bir adam olduğunu, bundan başka kendi durumundaki yetenekli bir bilgine acıyacağını umuyordu.
Bir dilekçe yazarak başına gelen haksızlığı anlattı. Bunu öyle dokunaklı yazmıştı ki, Bakan dilekçeyi okuyunca uzun uzun düşündü. Sonunda masanın üstüne yumruğuyla vurdu ve “Bu bilgine haksızlık edilmiş!” diye bağırdı. Adalet Bakanlığına giderek davaya bir kez daha bakılmasını diledi. Kendisi de Hsü’ye, “Terliği nerede yitirdiniz?” diye sordu. Hsü, “Bilmiyorum,” diye yanıt verdi, “Yalnızca Bayan Wang’a kapısını çaldığım zaman terlik giysimin kolu arasında duruyordu.” Bunun üzerine Bakan, Bayan Wang’a dönerek, “Hsü’den başka kiminle düşüp kalkıyorsunuz?” diye sordu. Wang ondan başka kişiyle ilişkisi olmadığını söyledi. Fakat Bakan, “Senin gibi düşkün bir kadının bir tek erkekle düşüp kalkması ne zamandan beri görenek olmuş?” dedi. Kadın bunun üzerine şöyle yanıt verdi: “Hsü ile gençliğimden beri tanışırım.
Onun için evlendikten sonra da ondan ayrılamadım. Sonradan birçok adam çevremde dolaştılar, ama ben hiç kimseye kulak asmadım.” Kadından, peşinde dolaşanların adları istendi; o da dedi ki: “Bizim mahalleden Mao Ta adında biri birçok kez bana yanaşmak istedi. Fakat onu, hep reddettim.” Bakan, “Peki, bu adama karşı bu kadar namus göstermek nereden aklına esti?” diye sordu ve kadının dövülmesini buyurdu. Wang yere kapandı. Kafasını yere öyle çok vurdu ki, sonunda kanlar aktı ve Mao ile aralarında hiçbir şey geçmediğini yineledi. Bunun üzerine dayaktan vazgeçildi.
Ona bir kez daha şunları sordular: “Kocanız uzak yerlerde gezide bulunuyor. Peki, her hangi bir adam, her hangi bir bahaneyle evinize gelmedi mi?” “Evet, filan filan adamlar geldiler, benden ödünç para istediler; iki gece de evimde kaldılar. Bunların hepsi bizim mahallenin adamlarıydı. Belki onlar, hakkımda kimi kötü niyetler besliyorlardı, ama o adamlarla aramda hiçbir şey geçmemiştir.” Bakan bütün adları yazdı, adamların hepsini mahkemeye çağırttı. Sonra onları “Kent Tanrısı’nın tapınağı”na gönderdi. Her birine mahkeme gidişini gösteren tutanakları okuttu. Sonra da dedi ki: “Tanrı bana düşümde öldürenin bu beş kişiden birinin olduğunu söyledi. Tanrı’ya karşı yalan söyleyemezsiniz. Öldüren suçunu açıklarsa, belki bağışlanır, ama saklarsa genel bağışlamadan bile yararlanamaz.” Hepsi bir ağızdan, “Biz kimseyi öldürmedik,” dediler.
Bunun üzerine Bakan, üç işkence tahtası getirtti. Adamları oraya adamakıllı bağlattı. Çırçıplak soydurttu. Saçlarını kestirtti. Fakat yine, hepsi birden, “Biz suçsuzuz!” diye bağırıyorlardı. Bunun üzerine adamlar serbest bırakıldı. Bakan onlara dedi ki: “Doğruyu söylemek istemediğinize göre, Tanrı bize suçluyu bildirecektir. Kapıları, pencereleri halılarla öyle kapayın ki, ufak bir güneş ışığı bile içeri sızmasın. Bütün suçluların sırtları çıplak bırakılsın. Hepsi bu karanlık odanın içine konsun. Orada bir tasın içinde su vardır. Herkes yüzünü o suyla yıkasın, duvarın yanında ayakta dursun. Yalnızca şuna çok dikkat edilsin. Yüzler duvara çevrilecek ve hiç kimse kesinlikle kıpırdamayacaktır. O zaman Tanrı, öldürenin arkasına bir işaret yapacaktır.”
Biraz sonra Bakan içerde bulunanları çağırdı. Hepsine ayrı ayrı baktı. Mao’yu göstererek, “Öldüren kişi bu adamdır!” dedi. Bakan, önceden duvarı badana ettirmiş, adamların ellerini kurumlu bir suyla yıkatmıştı. Tanrı’nın kendisine bir işaret yapacağından korkan, duvara dayanmış, onun için arkası da tümden kireç olmuştu. Dışarı çıkarken sırtına bir işaret konmasına engel olmak düşüncesiyle ellerini arkaya koyduğu için sırtı da isle boyanmıştı. Aslında Mao’dan kuşkulanan Yargıç, bu durumdan sonra, öldürenin o olduğuna büsbütün emin olmuştu. Sıkı işkenceden sonra Mao herşeyi açıkladı. Mahkemenin kararı şöyleydi: “Hsü bir aşk serüveni arıyordu. Bu yüzden bir serseri ve bir alçak ünü kazandı. Ama, gerek o ve gerekse kadın, ikisi de deneyimsiz oldukları için, yasal olmayan bir aşkı kendilerine yasal gördüler.
Adam, başka bir kadınla ilgilenmeye başladı. Eski çağların bir serüvenine öykünmeye yeltendi. Duvarlardan aştı, ama bir karga gibi yere yuvarlandı. Uydurma adla kızın odasına sokuldu. Ona bir evin kapısı açıldı, o bütün bir evi yıktı. Bu namuslu bir insanın yapacağı iş midir? Bereket versin hasta çocuğun yalvarması onu acındırdı. Böylece kıza dokunmadı. Çok şükür ki, o, yufka yürekli bir insandı. Yoksa narin söğüt dalı kırılabilirdi. Bunu düşünerek acıdı. Ağa düşen bir ankayı salıvermek, soylu bir duygunun, düşüncenin belirtisidir, ama kızın ayağından rehin olarak terliği çekmek en büyük ahlaksızlıktır. O, bir kelebek gibi duvarların üstüne çıktığında, pencerenin arkasında, onu dinleyen kulaklar vardı.
Çin Öyküleri
Nilüfer çiçeğine benzeyen terlik yere düştü, hiçbir iz bırakmadan yitti. Yalan yalanı doğurur, haksızlık haksızlığı. Buna kimse inanabilir miydi?Onun için Tanrı onu cezalandırdı. İşkencelere katlandı. Az kalsın ölüyordu da. “Suçu çok büyüktü ve neredeyse kafası koparılacaktı. Hem bir kez kafası koptu mu yerine konamazdı da. O, duvarların üstüne çıkarak zorla hareme girdi. Bu, utanılacak bir davranıştır. Bir bilgin böyle şeyler yapmamalıdır. Ama, onun başka insanların yerine ceza çekmesi de doğru olamaz. Bunun için bilgine artık dayak atılmayacaktır. Şimdiye dek çektikleri, ceza yerine sayılacaktır. Bundan başka bilginlik rütbesi elinden alınacak, ama kendi kendini yeniden yükseltmesine olanak verilecektir. “Mao’ya gelince: Yersiz yurtsuz serseriler, öyle câni insanlardır ki, bunlar, pazar yerlerinde, sokaklarda çok kötü şeyler yaparlar. Komşusu olan kadın onu reddettikten sonra da bu adamın hırsı sönmedi.
Gene çapkın adam kadının evine girince Mao’nun içinde haydutça istekler uyandı. Bu adam önce bir kadını hırsla istiyordu. Başka bir kadının adını işitti. Bu kez ona bulaştı. Ruhunu cinlere kaptırmış bir insan gibi serüvene atıldı, genç bir kızın evine zorla girdi. Ama, cennete giden yolu şaşırdı. Hırsının ateşi küllendi. Tutkusunun denizinde dalgalar koptu. İnsan yaşamına hiçbir değer vermeksizin eline bir bıçak aldı, yürüdü. Bir çıkmaza girmiş, nereye gideceğini bilmiyordu. Kendini savunmak için saldırıya geçti. Genç bir kızı kaçırmak için uydurma bir ad takındı, duvardan atladı, tanımadığı bir eve zorla girdi. Boğuşma sırasında da işlemeli terliği yitirdi. Sonra da bu haydut sıvışıp kaçtı. Böyle cinayetler aşk serüvenlerinden doğar. Evli insanların yaşamında böyle bir şey olur mu? Bu adamın kafası koparılsa herkes bundan hoşnut olacaktır. “Yen-chih, on altı yaşındadır ama, henüz nişanlanmamıştır.
Bu kız aydaki sarayın perileri gibi güzel olduğu için, yeşim taşı gibi temiz bir erkeğe lâyıktır. Namuslu bir ailenin kızıdır. Böyle bir kız, koca bulamayacağım diye niçin korksun? İşte bu kız da evlenmeyi düşünüyor, kendisine uygun bir adam arıyor. Bu düşünce onun düşlerine varıncaya dek giriyor. Bir sevgili bulmak özlemi, onu en sonunda hasta ediyor, bu kaygıları yüzünden birçok kötü insanı da kendisine çekiyor. “Bunlar kızın sevgisini kazanmak istediler. Ama ondan korktukları için Bay Ou’nun adını aldılar ve kızın terliğini aşırdılar. Ama bütün bunlara karşın istediklerine ulaşamadılar, yalnızca kızı bir tehlike içine attılar. Oyunlarını oynadılar, ancak bu oyunun zararı kendilerine dokundu. Baltalarının vuruşuyla büyük bir ağaç devrildi.
Çin Öyküleri
Fakat kız kendisini denetleyebiliyordu. Beyaz yeşim taşı lekesiz ve temiz kaldı. Kız hapishanede çok acı çekti. Ama, bereket versin ki hak yerini buldu. “Kızın, odasına gelen bir adamı reddetmesi dürüst bir davranıştır. Asıl beğendiği adama karşı olan aşkı da temizdir. Bundan dolayı bölge müdürüne Yen-chih ile Ou’nun nikâhlarını kıyması için buyruk veriyorum.” Uzaktan yakından herkes bu kararı alkışladı. Yen-chih, ancak bakanın yaptığı soruşturmayla Bay Ou’nun suçsuz olduğunu öğrendi.
Mahkeme salonundan çıkıp da ona rastlayınca gözlerinden yaş geldi. Adama avutucu sözler söylemek istedi, fakat konuşamadı. Kızın büyük aşkı, bilginde de ona karşı bir sevgi uyandırmıştı. Ancak, kızın sıradan bir aileden geldiğini, aynı zamanda her gün mahkemeye çıktığını, herkesin onu parmakla gösterdiğini de düşünüyordu. Eğer bu kızla evlenirse alaya alınacağından korkuyordu. Bir karara varamadan gece gündüz bunları düşünmüş durmuştu. Ancak mahkemenin yargısı duyurulunca kızla evlenmeye razı oldu. Bölge müdürü onları evlendirdi. Kız dümbelek ve borazanlarla evine götürüldü.
Kaynak: Çin öyküleri / Wolfram Eberhard, Çeviri : Hayrunnisa Boratav
“Çin Öyküleri ” paylaşmak güzeldir.
Bir solukta okudum guzel bir hikaye emegine saglik sayin hocam tskler size vu guzel ve anlamlı hikayeyi bize sundugunuz için