Zaman ne elzem bir kavramdır. Hayatımızda tutamadığımız tüm an/lar zamana gebe… Doğuran, çoğalan bir olgu değil fakat, muhtaç ve mecburiyet hissi var bu gebelikte. Bazı bazı bitmesin olan, bazı bazı çabuk geçsin artık olan zaman… Hepimizin bir şekilde geçirdiği mevsimler ve birbiri ardına gelen gün – gece, nihayetinde ele geçirildiğimiz bir zaman gerçeği vardır. Peki […]
Zaman ne elzem bir kavramdır. Hayatımızda tutamadığımız tüm an/lar zamana gebe…
Doğuran, çoğalan bir olgu değil fakat, muhtaç ve mecburiyet hissi var bu gebelikte. Bazı bazı bitmesin olan, bazı bazı çabuk geçsin artık olan zaman…
Hepimizin bir şekilde geçirdiği mevsimler ve birbiri ardına gelen gün – gece, nihayetinde ele geçirildiğimiz bir zaman gerçeği vardır. Peki ne istiyor bu zaman birey olarak kişilerden? Bize tesir ettikçe fiziksel ve ruhsal değişimleri, olgunlukları yaşatan zaman; ne yapıyor bizlere? Bir öğretici mi yoksa acımasız bir gelecek mi? Gelecek olan fakat bir türlü gelemeyen o zaman…
Belki de gelmemesi gibi bir durum yoktur. Hep bizimledir ve biz umarsız isteklerle, boşa çabalarla zamanı da görmezden gelerek, alışılmış körlüğe heba ediyoruz kısa yahut uzun ömrü…
Şu an her zaman geçecek olan bir bilgi nitekim. Geçici tüm kinler, ihtiraslar, egolar, kahkahalar ve ağlatan hüzünler… Tek kalıcılığın kahkahalarımız olması ümidiyle geçirdiğimiz zamanlarımızı kumbarımıza atıp akmasını izliyoruz çoğu kez.
Peki yanımıza aldığımız bireyler de zaman gibi olmuyor mu? Şöyle geriye gittiğimizde hep elenen elek tutuyor ellerimiz ve biz sürekli olan zamanda hayatımıza tesir edenleri sürekli eliyoruz. Bilerek ya da bilmeyerek olağan bir süreç geçiriyoruz belli süre zarflarında. Burada esas soru geliyor aklıma.
‘ Elenmeyecek olanlar kimler?
Peki hayatımızda bize artık eşlik etmeyecek olanlar gerçekten bizim tercihimiz mi?’
Hayatlarına veda edenler bizim tercihimiz dışında ve bizlere veda eden yani elenenler… En zorlu elenme sanırım bu oluyor. Yaşamları son bulan değerlerimiz…
Fakat bir şekilde insani olgular yaşıyoruz. Her dönemimiz bizim şeklimiz, silüetimiz. Doğmamıza vesile, sonsuz minnet duyduğumuz değerlilerimiz ve her zaman sığınarak huzura vardığımız ailemiz dahi zaman anında bizimle olmuyorlar. Herkesin hayatımızda belli süreçte var olduğunu bilerek yaş alıyorum kendimce.
Doğduğumuz yer seçimimiz değildir evvela, fakat kişilik tercihimiz ve zamanın belli olgunluğunda kendi kuracağımız aile yolumuz bizim tercihlerimize bırakılabilir. Bu nedenle doğru kişilik karakterleri ile bir yol almak gibi bir umutla yaşıyoruz belki de.
Sevgi gününü tek bir güne sığmayacak kadar büyük bulduğumu ve sevginin düşünceyle alakadar olduğunu savunan biri olarak bu haftaya iki bireyin tek bir yolda kendi karakterleriyle ilerlemesine değinmek istiyorum.
Tam da bu şekilde tanımlıyorum. Aynı olmak demek iyi anlaşmak anlamına gelmediği gibi, koca bir ömür diyorsanız eğer farklı bireyler olarak her zaman sürprizli bir yaşam seçme yanlısıyım. Günün farklılığında her zaman değişebilen ve bizi farklı olgularla karşılayabilen sürprizler, hatta sorunlar bile bizi canlı tutan rutinler olur. Elbette her kişi kendi hayatının mimarıdır. Aynı hayatlar muazzam yaşam oluşturabilir bunun temeli saygıdan geçmektedir. Fakat aynı yahut farklı olsun her zaman her kişinin karakterine saygı duyarak ve incitme hakkına sahip olmadığımızı aklımıza kazıyarak ilerlemek demek, kaliteli yaşam sahibi olmayı sağlıyor.
Özetle birlikte bir yolculuğun değişmez temeli saygıya saygı duyan sevgilerin olmasıdır.
O da bireyin birey olduğunu bilerek karakterini belirlemiş olması ve kendini geliştirerek ileriye yürümesidir. Bireyin kendine saygısı demek sizi de kuracağınız oluşumu da bu saygı doğrultusunda ileriye taşıması denektir. Gerisi teferruat ve küçük insani davranışlardır. Temelini sağlam bir yapı kurduğumuzda küçük sorunlarımız olur yalnızca. Umarım hepimizin küçük sorunları olur…
Sevgi gününü tek güne sığdırmayacak kadar iyi niyetle bakalım dünyaya ve bireylere…
ZG.